Faydası vardı: Çıngırak
Paul Auster'in kahramanlarından Richard, "evinin garajında, karton bir kutu içinde bir şey ararken eline eski bir üç buutlu dürbün" geçer. Kendisi çocukken annesiyle babasının bu dürbünü aldığını hayal meyal hatırlıyordur, ama ne amaçla aldıklarını ya da nerede kullandıklarını bilemez. Çünkü bununla ilgili unuttuğu bir anı yoksa, o dürbünü hiç kullanmadığına, hatta eline bile almadığına emindir. Auster'in "Kehanet Gecesi" (Can Yayınları) romanında anlattığı bu olay, hafızamın sandukasında nice yıllar saklı duran bir "çıngırak" vasıtasıyla geçmişe dair anılarıma yolculuk vesile oldu. Ceviz büyüklüğünde bir kafa, kafanın içinde ses veren minik bir metal parçası, bir de söğüt dalı misali ince bir saptan oluşan bedenine geçen zamanın kiri ve tozu sinmişti. Yüzü, kara bir tülün ardında görünmüyordu adeta... İki saat uğraştıktan sonra önce yüzünden tülü kaldırdım, sonra bedenini temizledim tozdan ve kirden... Gümüş parlaklığıyla yeniden doğdu sanki... Sapında imza niyetine "H. E." imzası, el yapımı olduğunun kanıtıydı. Peki, kimdi bu "H. E."? Bu gümüş çıngıraktan başka hangi oyuncuklara imzasını atmıştı? İşte, meraka değer bir hayat daha... Richard, "dürbün"ü kullandıkça, zaman içinde yolculuk ederek çocukluk anılarını tazeleyecek ve dürbün, ölülerini ziyaretine yardımcı olan büyülü bir fenere dönüşecektir. Çıngırak da bende aynı duyguları harekete geçirdi.
ÇOCUKLAR ARKADAŞIM Çünkü o çıngırak, çocukluğumdan kalan tek ve yegane arkadaşım benim. Bir büyülü fener misali çocukluğumu aydınlatıyor şimdi de... Altı yaşımda Erzurum'da, yedi yaşımda Horasan'da, sekiz yaşımda Yağanbaba köyünde nice geceme eşlik etmiş, rüya ve hülyalarımın yoldaşı olmuştu. Sapının ucunda leblebi büyüklüğündeki topuzu dişlerimin arasına alır öyle mi uyurdum? Annem, ruhumu kuşatan cinleri onun sesiyle mi kovardı bedenimden? Çobandede köprüsünün altını mekan tutan balıkları onun sesiyle mi avlardım? Onun sesine mi yuva kurardı bahar leylekleri, yaz kartalları? Annem, onun sesiyle mi çağırırdı çocukluğunun İzmir gurbetini, benim Erzurum hasretine? Her gece masalların kapısını onun sesiyle mi açar, her sabah onun sesiyle mi kapardı rüyalarımın penceresini? Şimdi de annemin sesini andıran sesi hiç değişmemiş... Benden sonra doğan kardeşlerim Makbule, Şefik ve Mahmure çıngırağımla arkadaş olmuşlar mıydı? Muhtemelen benden sonra onlara da oyun yoldaşlığı yapmıştır o çıngırak... Ama "büyülü fener"in aydınlığına Makbule ve Şefik'in değil de Mahmure'den önce dünyaya gelen ve daha ikinci yaş gününü kutlayamadan ölen kardeşim Ragıp'ın yüzü düşüyor. Babam, "Ha bu diyar" türküsüyle kollarında salladıkça, o çıngırakla tempo tutardı sanki... Fakat altmışa ulaşan yaşımla yaşıt olduğuna göre o çıngırak, yalnızca benim çocukluğumun yoldaşı idi. Başka türlü nasıl dayanabilirdi bu ömrün hasreti ve gurbetine? Peki, ben kadirşinas arkadaşı olarak onun şiirini yazabildim mi şimdiye kadar? İtiraf etmeliyim ki, hayır... "Kampana" şiirimde, adı üzerinde "kampana"yı, "zil"leri yazdım da bir "çıngırak"ın hayatını dökemedim mısralara... Ama şimdi, tek oğlum Alican'a para pul, arsa tapu, ad sandan önce bırakacağım bir küçük, fakat değeri benim için paha biçilmez bir armağanım var. Bende olduğu kadar, Alican'ın çocukluğunda da hatırası olan, onun ve benim çocukluğumla yaşıt bir oyuncak... Bir çıngırak... Alican'ın çocuklarına, benim torunlarıma armağan bir çıngırak... Geçmişi olduğu kadar, şimdiyi ve geleceği de aydınlatan bir büyülü fener... Annesi de Alican'ın ilk oyuncağını saklıyor, anıları ve çocukluğu ile... Siz de çocukluğunuzdan bir oyuncağı saklayın, adı her ne kadar "oyuncak" da olsa sakladığınız aslında kendi çocukluğunuz, daha doğrusu kendinizdir çünkü... Hayattır çünkü...
|