Deniz hamamı
Geçenlerde, sararmış kağıt kokusuna neredeyse mistik bir havanın karıştığı Sahaflar Çarşısı'nda dolaşırken, kapağında eski bir İstanbul gravürü olan, Asithane adlı iki ciltlik bir kitaba rastladım. Kitabın adının hemen altında "Evvel Zaman İçinde İstanbul" ibaresi yer alıyordu. Kitabı Türkiye Diyanet Vakfı yayınlamıştı.
*** Kitaptaki imza A. Ragıp Akyavaş idi... Arka kapakta yazarın hayat hikayesinden izler vardı: "A. Ragıp Akyavaş, ilk tahsilini Şam'da Saint-Vincent- de-Paul Fransız Mektebi'nde yapmış, bilahare İstanbul'da Soğukçeşme Askeri Rüşdiyesi'- ne devam etmiş, pederinin asker olması dolayısıyla tekrar Şam'a dönüp Şam Askeri İdadisi'ne girmiştir. Daha sonra İstanbul'a gelerek Pangaltı Harbiyesi'nden mezun olmuş ve 1912 senesinde mülazım rütbesiyle ordu saflarına katılmıştır. Yazarın geçmişi ile ilgili bilgiler akıp gidiyor... Cephelerde beş kez vurulması, dönemin etkin paşalarına yaverlik yapması, bir yandan İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirmesi, ardından Kara Harp Okulu'ndaki hocalık dönemi... Gazetelerde yazılar yazması... Zaten kitap o yazılardan derlenmiş... Kitabın içini karıştırınca yazarın 1890 yılında doğup, 1969 yılında öldüğünü gördüm... Kitabı, kızı Prof. Dr. Beynun Akyavaş derlemişti...
*** Bin adet basılmış olan kitabı karıştırmaya koyuldum. koyuldum. İlk sayfada kitabın adının neden "Asitane" olduğu açıklanıyordu. Eski bir asker olan yazarın geride bıraktığı bazı eşyaların üzerinde "Ragıp Efendi, Asitane yazılıymış. Asitane, Osmanlı payitahtı İstanbul'un tarihteki adlarından biri... Kitabı karıştırmaya devam ettim. En yenisi otuz, en eskisi elli yıl önce yazılmış yazılara ve onların tasniflerine baktım. Neler yoktu ki? İstanbul'un semtleri, nakil vasıtaları, camiler, saraylar, çeşmeler, kabristanlar...
*** Semtler bölümünde Kadıköy'ü açtım. İstanbul'un ilk kadısı Hızır Bey imiş. Ragıp Akyavaş hukukçu olduğu için bir yazısını ona ayırmış. İddiaya göre, Hızır Bey'in buradaki geniş arazileri nedeniyle bu bölgeye Kadıköy denmiş. Ragıp Akyavaş, Kadıköy ile ilgili ilk yazısında Mahmud Baba Mezarlığı'nı anlatıyor. Yazının yazıldığı vakit bile mezarlık "metruk" bir haldeymiş... O kabristanda yatanlar arasında Ömer Seyfeddin de varmış.
*** Şimdilerde dolanıp durduğumuz Caddebostan'a da geniş yer ayrılmıştı. Zamanı geriye doğru koşar gibi okudum: Yaz başlangıcında bizim Kadıköy'ünde sabah karanlığında başlayan araba gıcırtıları ancak gece yarısı kesilirdi. Kızıltoprak, Feneryolu, Göztepe, Caddebostan'ı ve daha ileri köyler bu arabalarla dolup taşardı. Aklıma geldi. Şu Cadı Bostanı nasıl oldu da Caddebostan oluverdi? Benim bildiğim onun orasına Cadı Bostanı derlerdi. Hem de onun cadılığına öyle inanmıştık ki... O vaktin çocukları Selam Çeşmesi'nden öteye korkumuzdan yalnız başımıza geçemezdik de Kaf Dağı'nın arkasındaki Gulyabaniler diyarını seyredermiş gibi uzaktan temaşa ederdik. Ben öyle İstanbul uşakları bilirim ki, değil denize girmek, ayaklarını bile sokmazlardı. Bir kere plaj diye bir şeyi ne gördük, ne de işittik. Bizim bildiğimiz deniz hamamıdır. O da her yerde bulunmazdı.
Benim hatırımda kalanlar Kadıköy'ünden Haydarpaşa'ya giden rıhtım üzerinde kadınlara mahsus bir tane ve yine biri erkeklere biri kadınlara mahsus olmak üzere Moda'da şimdiki olduğu yerde, iki tanecik de Fenerbahçe'nin Adalara bakan tarafında. Müşterileri itibariyle en kibarı buydu. Moda'dakine daha ziyade tatlısu frenkleri gider, Haydarpaşa'dakinden yahudi vatandaşlarımız faydalanırdı. O vaktin Türk ve müslüman hanımları ve hatta erkekleri bu hamamlara yanaşamazdı. Nedense denizin perisi hoşlanmamış olacak onlardan. Ol maniler ki derya içredir deryayı bilmezler."
*** Eski anı kitaplarını okumak, yaşama yaşam, yaşanmışlığa yaşanmışlık katıyor. Geçmişle kaynaşıp zenginleşiyoruz. Kaybolmuş bir zamanı yeniden yakalayıp yaşamak gibi...
|