İstikamet bellidir...
Fransa Dışişleri Bakanı'nın, Türkiye'nin AB üyeliği hakkındaki görüşleri bize neyi düşündürmeli? AB içinde Türkiye'nin üyeli- ğine mütereddit bakanların içine düştüğü ikilemi göz önünde bulundurmalıyız her zaman. "İdeolojik" olarak Avrupa kıtasının kültür "kök"lerinden gelmeyen her ülkenin AB üyeliğine karşı olmak ile AB değerlerine ait standartları yerine getirmiş bir ülkeyi reddetmenin anlamsızlığı arasında kalma ikilemi bu. Kuşkusuz, AB, statüsü gere- ği bir "siyasi değerler birli- ği" olsa da, bunun AB coğrafyasındaki herkesin kafasında böyle yer ettiği anlamına gelmiyor bu. AB'nin temsil ettiği değerlerin ancak belli bir dinin ve belli kültürel kodların şemsiyesi altında işleyeceğini düşünen çok sayıda kanaat önderi var. Bunların karşısında daha da fazla miktarda düşünürün ve siyasetçinin, AB'yi gerçek anlamıyla bir siyasi değerler birliği olarak algıladığını ve bunun dışında bir statüyle AB'nin yaşamasının imkansız olduğunun bilincinde olduğunu da biliyoruz.
AB'yi belli bir dinin ve kültürel kodların siyasi organizasyonu gibi düşünenler de bunu yüksek sesle ifade etme konusunda çok ısrarcı olamıyorlar, çünkü, bunun kabul edilmesi demek, AB'nin temsil ettiği de- ğerlerin coğrafya ve din düzeyine inerek, evrensel niteliğinden boşanması demektir. Oysa AB, temsil ettiği değerlerin evrensel bir nitelik taşımasından, belli bir din ya da coğrafya ötesi etki yaratma gücünden dolayı bir cazibe merkezidir. Bunun geri- sine düştüğü andan itibaren herhangi bir evrensel etki yaratması söz konusu olamaz. Öte yandan AB'nin kendi içinde tam bir bütünselliğe kavuşmuş olduğu ya da her anlamıyla kurumsallaştığı da söylenemez. Büyük ülkelerle küçük ülkeler arasındaki ilişkilerde hala güçlü olanın diğerlerinin kaderini yönlendirmeye çalıştığı kadim yasanın işlemesi, çoğu krizi canlı tutuyor. İç ve dış ilişkilerin nasıl olması gerektiğine dair en berrak kurallara sahip AB'de bile, gücün kuralları biçimlendirerek kendine bir yol bulması kolaylıkla mümkün. Bu nedenle AB'nin sadece belli bir kültürel kod temelinde kendi içine kapanması demek, bir krizler yumağı ile baş başa kalması ve hatta "çözülme" sürecini tetiklemesi demektir. Bu nedenle Türkiye ve daha sonra da Rusya olmadan AB "reşit" bir birlik olamaz. Bu zaafların yanı sıra, sadece Avrupa coğrafyasına sıkışmış ve belli bir dinin ya da kültürel kök değerlerin temsilcisi durumuna indirgenmiş bir AB'nin dünya üzerinde hiçbir etkisinin olmayacağını belirtmek gerekir. AB, gücünü evrensel değerlerle yönetilen bir birlik olma yolunda yeryüzündeki en kayda değer siyasi organizasyon ve entegrasyon biçimi olmaktan almaktadır. Bunun başka kültürlere dönük "dışlayıcı" bir tutumla biçimlenmesi demek, AB'nin tüm siyasi reflekslerinin işlevsizleşmesi anlamına gelecektir.
Bu bakımlardan, Fransa Dışişleri Bakanı'nın sarf ettiği sözlerin, bu büyük stratejik denklem içinde zayıf bir taktik olmaktan öte anlamı yoktur. Unutmamak gerekir ki, AB'nin temsil ettiği değerler, AB'nin kendisinden çok büyüktür. Türkiye reform sürecini devam ettirdiği müddetçe bu de- ğer sistemi ile derinlemesine buluşacak ve aslında çok daha büyük bir stratejik denklemin merkezine yerleşecektir. Bunun somut olarak AB hedefi ile buluşması güçlü bir ihtimaldir. Bu ihtimal gerçekleşmezse, Türkiye'nin kendi yerli değerleri ile evrensel de- ğerler arasında kurduğu ilişkinin yarattığı sinerji, çok büyük kapıların açılmasını sağlayacaktır. Şu ya da bu siyasinin söylediği söz değil, çok daha ciddi olumsuzluklar bile Türkiye'nin istikametini değiştirmesi için dikkate alınacak unsurlar değildir. İstikamet bellidir. AB'nin kendisinden çok daha büyük olan siyasi değerler, Türk Devleti'nin müktesebatının parçası haline gelmiştir.
|