Merkezi ele geçirmek mi, merkezi inşa etmek mi? (1)
Yayınlanan bazı anketler sonucunda tek partili bir siyasi ortamın ortaya çıktığı yönünde tespitler ifade ediliyor. Tabii bu tespitler bir başarının ifadesi olarak değerlendirildiği gibi, kimi kaygıların ortaya sürülmesi için de dillendirilebiliyor. Öncelikle ortaya çıkan tablonun "sayısal" boyutuna odaklanıp da, gerçek "siyasal" boyutu üzerinde durulmazsa, doğru bir değerlendirme yapılmış olmaz. Eğer "siyasal" çerçeve tam olarak ortaya koyulabilirse, gelişen durumun toplumun bütünü için bir imkanlar dizisini mi ifade ettiği, yoksa bazı kaygıların zeminini mi teşkil ettiği, net bir şekilde açığa çıkarılabilir. Bugün geldiğimiz noktanın, kaygıları besleyen "merkezin bir parti tarafından ele geçirilmesi" anlamına gelmediği, toplumun geneli için imkanlar dizisini ifade eden "merkezin yeniden dirilmesi sürecinin devamı" olduğunu işin başında belirtmek gerekir. Çünkü işin temelinde halkın siyasete dönük arayışları vardır. Kısaca "istikrar içinde değişim" diyebileceğimiz bu arayış, 3 Kasım seçimleri ile gün yüzüne çıktı. Bunun devamını talep eden seçmen dinamiği bugün bu tabloyu ortaya çıkarmaktadır. Bunun kendi siyasal tarihimizde nasıl ortaya çıktığını derinlemesine hatırlamakta fayda var.
*** Tek partili hayat döneminde CHP içinde başka yerlerdeki tek partiler gibi içinde tek bir sınıf ve sosyal katman olduğunu söylemek fazla indirgemeci bir yaklaşım olur. Bu nedenle CHP içinde çeşitli konulara dönük görüşler bir çeşit harman olarak duruyordu. Böylece CHP farklı sosyal katmanların temsilcilerinin bir tür "modus vivendi"si gibi duruyordu. Çok partili hayata geçişin hemen öncesinde, Dünya Savaşı'nın da etkisiyle, tek partili hayata dayanan siyasal ortamın "toplumsal refah" üretme yeteneği ciddi biçimde zayıfladı. Toplumsal refah üretimi konusunda esnaf ve tüccar kesiminin talepleri, Cumhuriyet'in kuruluş yıllarındaki seferberlik ruhuyla belli limitlerde kalmıştı. Yıllar geçtikçe ise esnaf ve tüccar kesimi kendi taleplerini daha çok dillendirmeye başladı. Refah üretiminin savaş koşullarında zayıflaması, esnaf ve tüccar kesiminin kendi taleplerini daha güçlü ifade edeceği bir siyasi organizasyona olan ihtiyacını ciddi biçimde güçlendirdi. Demokrat Parti, bu talebin öncülük ettiği siyasal dinamiklerle paralel hareket eden sosyal katmanların temsilcisi olarak doğdu. DP'yi kuranlar da CHP kadrolarıydı, ama farklı toplumsal talepler neticesinde "modus vivendi"den ayrılarak yeni bir siyasal organizasyona öncülük etmiş oldular. Aslında DP'nin ortaya çıkışı, "toplumsal merkez"in taleplerinin artık sadece CHP tarafından temsil edilmesinin yeterli olmadığı görüşü ile mümkün olmuştur.
*** Çok partili hayata geçişle birlikte artık toplumsal merkez, yukarıdaki sürecin devamı olarak kurulmaya başladı Türkiye'de. Toplumsal merkez, stratejik olarak "istikrar ve değişim taleplerinin dengesi" üzerinde kurulur. 3 Kasım seçimlerinden önce bu denge ve dolayısıyla "siyasal merkez" buhar olduğu için, 3 Kasım seçimleri politika ve refah üretme yeteneğini yitirmiş partilerin tasfiyesi ve toplumsal merkezin yeniden kurulması dinamiğini doğurdu. İçinde olduğumuz yerel seçim süreci, toplumsal merkezi temsil eden değerlerin siyaseti biçimlendirme talebinin devamıdır. Siyaset dirilmeye devam etmektedir, toplum refah üretme yeteneğine yeniden güvenmeye başlamıştır ve demokrasi nefes almaktadır. Bu çerçeveden bakıldığında ortaya çıkan anket sonuçları, "siyasi ortamın tek bir parti tarafından ele geçirilmesi" gibi bir kaygıyı değil, "siyaseti büyüten ve merkezi dirileştiren dinamikleri" ifade etmektedir. Bu konuya devam edeceğiz...
|