|
Mayıs 1968 ve hatırda kalanlar
|
|
"Paris'te Son Tango" yönetmeninin önceki filmlerinden bilinen cinselliğe pervasız yaklaşımı, bu filmde gereksiz bir tavır değil. Nitekim 68 olaylarından geriye kalan tek önemli sosyal değişme belki de 1970'lerin 'Cinsel Devrim'i...
Bernardo Bertolucci, sinemaya dönüş filminde Mayıs '68 olaylarına bakıyor. 20. yüzyılın belki de en büyük gençlik isyanı olan, birçok ülkede sanki görünmeyen bir şefin verdiği komutla aynı anda başlayan ama öncülüğün yine de Fransa-Paris'te olduğu varsayılan o büyük, görkemli, tarihsel ve kolektif isyana... Birden kendilerini sokakta bulan gençlerin, önceleri eğitim sorunlarına karşı çıkmakla başlayıp ordan yerleşik olan her şeye devlet, polis, yönetim, otorite, ahlak, estetik, vs. karşı yönelen büyük başkaldırısı, herhangi ciddi bir sonuç almış olmasa da, birkaç hafta-birkaç ay boyunca sanki tüm iktidarlara gençlerin el koyduğu gibi bir düş yaratan o hoş serap...
Bertolucci, bunu yaparken, tam o sırada Paris'e gelen ve kendisini olayların yanısıra, alabildiğine özgür, utanmasız ve isyancı biri kız iki kardeşin arasında bulan saf bir Amerikalı gencin öyküsünü de anlatıyor. Genç Matthew, birlikte uyumak gibi tuhaf bir alışkanlıkları olan bu kardeşlere önce çekingenlikle, hatta korkuyla yaklaşıyor. Ama sonra kendi cinselliğini özgürleştirmekte de gecikmiyor.
PİŞMANLIK YOK "Paris'te Son Tango" yönetmeninin önceki filmlerinden bilinen cinselliğe pervasız yaklaşımı, bu filmde gereksiz bir tavır değil. Bertolucci, gençliğin çeşitli tabuları kırarken cinselliği bir koç başı gibi kullandığını, burada da cinsellik oyunlarının aslında arka plandaki Büyük İsyan'ın, sert değişim rüzgarlarının bireysel plandaki bir yansıması ama gerekli ve hatta olmazsa olmaz bir yansıması olduğunu çok iyi biliyor.
Nitekim 68 olaylarından geriye kalan tem önemli sosyal değişme belki de 1970'lerin Cinsel Devrim'i değil mi? Film, belki tümüyle çok inandırıcı değil. Belki sanatçı, yine gençlik isyanlarına değinen ilk önemli filmi "Devrimden Önce"nin daha net biçimde politik tavrından uzak. Ne de olsa o film, tarihsel bir anı aynı dönemde sapıtıyordu. Buradaysa olayları 35 yıl sonra hatırlayıp yorumlama çabası var. Yine de film kendini rahatlıkla izletiyor. Belki asıl hedef kitlesi, o olayları yaşamış, o olaylara tanık olmuş o zaman gençleri. Günümüz gençleriyse bu filme biraz uzak kalabilir. Tıpkı film üzerine yazısında, finalde Edith Piaf'ın ünlü "Je Ne Regrette Rien- Hiçbir Şeye Pişman Değilim" şarkısının kullanılmasıyla dalgasını geçen, olasılıkla genç Fransız eleştirmeni gibi... O şarkının belki biraz kör parmağım gözüne simgeselliğinin yine de bu finale ne denli denk düştüğünü görmek için, belki gerçekten biraz daha birikim ve deneyim gerekiyor.
|