Güçlü demokrasi
Türkiye'yi uzun zamanlar boyunca kilitleyen eski siyaset kültürünün pek çok özelliğinden biri de, "istikrar" ve "değişim" arasında köhne bir ilişki kurmasıydı. Sağ siyasette ve sol siyasette aynı şekilde geçerli olan bir şemaydı bu. Buna göre, "istikrar" ve "değişim" birbirinin zıttı olan kategorilerdi... Oysa değişimin kaçınılmaz olduğu bir dünyada, bu yönde atılan her adım kuşkusuz tereddütleri, riskleri ve krizleri beraberinde getiriyor. Fakat değişimin kaçınılmaz oluşu, riskler ve krizler karşısında daha cesur tavırlar alınmasını gerektiriyor. Eski siyaset kültürü bu cesareti gösteremediği için, değişimin zorladığı her durumda katı bir istikrar mantığını üretmeye çalışmıştır. Böylece değişimle beraber görünen ve olağan sayılması gereken riskler ve krizler ortaya çıktığı anda, değişim zemininden kopulmuş ve içi boşaltılmış bir istikrar anlayışı adına yeniden sıfır noktasına dönülmüştür; değişim henüz birinci vitesteyken geri vitese geçilmiştir. Oysa bugün düne göre çok daha net bir biçimde biliyoruz ki, değişim sadece varolanı terk etmek ve bambaşka birşeye geçmek değil. Değişim karşıtlarının etiketlemeye çalıştığı gibi, bir "köksüzlük", bir "kopuş" ya da "başkalaşma" değil değişim.
***
Tam tersine, toplumların korumak istediklerini zaman içinde daha sağlıklı olarak taşıyabilmek ve geleceğe yürüyüşlerinde engel teşkil eden sağlıksız unsurları ayıklayabilmek için değişimi yönetme zorunlulukları var. Kimsenin değişimle tanışmadan "kendisi" olarak kalamayacağı bir zaman tünelinden geçiyoruz. Kendisini korumak adına yanlış yöntem seçerek değişime direnenlerin, kendilerine ait sağlıklı unsurların da değişim dalgası içinde savrulmasını engelleyemeyeceği dinamikler belirliyor dünyayı. Değişim sadece kalkınma ve milli geliri artırma zemini de değildir. Değişime direnerek, dünyanın çevresine düşmek ve orada köhneleşmek ne kadar yanlış ise, değişim adına kültürel ve siyasal değerlerden boşanarak, sözde kalkınmış bir "süpermarket ülke"ye dönüşmek de o kadar yanlıştır. Değişim, toplumun zaman içindeki akışkanlığını sağlamak üzere her an keşfetmesi ve yeniden üretmesi gereken bir zemindir. "Kendisi" ait olanla, "dünyalı" olan arasında sinerji yaratabilmek adına değişimi yönetmek gerekiyor... Demokrasiyi güçlendiren budur. Değişimin olağan risklerini görüp de karşısına hemen katı bir istikrar mantığını dikmekle, esasında, istikrar da korunamaz.
***
Çünkü değişimin esas amacı, toplumun ve kurumların uzun vadeli akışkanlığını sağlamak ve değişen şartlar karşısında dinamik bir şekilde istikrarı korumaktır. Değişim değil, değişim karşıtlığı istikrarı zedeler. Türkiye'nin siyasal tecrübesi buna örnektir. Düne kadar değişim karşıtlığı adına katılaştırılan istikrar mantığı, zayıf bir demokrasi üretiyordu. Böylece "yerel değer"lerle "evrensel değer"ler, toplumun "merkez"i ile "çevre"si ve "risk"lerle "fırsat"lar arasında sürekli derinleşen krizler ortaya çıkıyordu. Oysa değişimi doğru bir şekilde kavradığından beri Türkiye, risk gibi görünen dinamiklerin uluslararası zeminlerde fırsatlara dönüşmesi mümkün oluyor. Böylece "güçlü demokrasi"yi kuruyor Türkiye. "Güçlü demokrasi", Türkiye'nin "vazgeçilmezleri"ni korumak için "zamanın şartları"nı doğru yönetebilmesi anlamına geliyor. Bu aynı zamanda gerçek istikrarın adıdır. Çünkü demokrasinin gücü, daha çok "adalet", daha çok "güvenlik" ve daha çok "refah" üretilmesi anlamına gelmektedir...
|