| |
Sandık küskünleri
28 Mart seçimlerindeki katılım oranıyla ilgili bazı yorumların Başbakan Erdoğan'ın canını sıktığı anlaşılıyor. AK Parti Meclis Grubu'ndaki konuşmasının ciddi bir bölümünü bu konuya ayırması ve "Kimse başarıya gölge düşürmeye kalkmasın" demesi, sadece sıkılmakla kalmadığını, tartışmaları önemsediğini de gösteriyor. Çünkü oy vermeyenlerin yüksekliğine dayalı değerlendirmeler, AK Parti'nin duyarlı olduğu "Temsil sorunu"nu gündeme getiriyor. Hatırlayacaksınız; 2002 seçimlerinde gerek oy vermeyenlerin, gerekse baraja takılan partilere giden oyların yüksekliği nedeniyle seçmenin neredeyse sadece yüzde 40'ının temsil edildiği bir Meclis ortaya çıkmış, bu da "AK Parti her 4 seçmenden sadece birinin oyuyla sandalyelerin üçte ikisine sahip oldu" şeklinde yorumlanmıştı. Erdoğan şimdi Kıbrıs, AB, Anayasa değişikliği gibi hayati konularla uğraşıldığı bir dönemde "Temsil gücü" tartışmalarının elini zayıflatmaması için sert çıkma ihtiyacını hissetti.
Tüm rekorları kırdı Ancak kaygılanmasına gerek yok; çünkü bu kez sandığa gidenlerin yüzde 40'ından fazlasının oyunu alarak, 2002 seçimlerine göre "Temsil sorunu"nda ciddi mesafe katetti. Daha da önemlisi; tüm siyaset bilimcilerin belirttiği gibi, AK Parti'nin 2002'ye göre oyunu artırması, seçmenin iktidarın politikalarını desteklediği anlamına geliyor. Hele belediye sayısına bakılınca, iktidarın "Elinin iyice güçlendiği" daha iyi görülüyor: Selçuk Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Birol Akgün'ün derlediği rakamlara göre, AK Parti 12 büyükşehir, 46 il merkezi, 468 ilçe merkezi ve 1.247 beldede belediye başkanlığını kazandı. Toplam 1.773 başkanlık. Bu da tüm belediyelerin yüzde 56'sı anlamına geliyor. Son 40 yılın rekoru! (Bundan önceki en yüksek oranları 1968'de AP yüzde 54 ve 1984'te de ANAP yüzde 51 ile elde etmişti...) Ama bu tablo katılımın her seçimde biraz daha düşmesinin nedenlerini araştırmayı engellememeli. Zira temsili demokrasinin temellerini kemiren bir sorun bu ve trajik sonuçlara da yol açabiliyor. Örneğin Fransa'da 2002 Nisan'ındaki cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda sol seçmenlerin yarısı "Sosyalist aday Lionel Jospin'in ikinci tura kalması nasıl olsa garanti" diye düşünerek sandığa gitmeyince, bir "facia" yaşandı: Aşırı sağcı aday Jean Marie Le Pen, Jospin'i eleyiverdi!
Kaç tür küskün var? Tabii bazen seçimlere katılımın düşüklüğü iktidarların işine gelebiliyor. Örneğin yine Fransa'da, Türkiye ile aynı tarihte, 28 Mart'ta yapılan bölgesel seçimlerde merkez sağ iktidar, seçmenin sandığa gitmemesi için çok dua etti. Çünkü izlediği sosyal politikalar nedeniyle halkın öfkeli olduğunu, kendisine "ceza" keseceğini biliyordu. Korktuğu başına geldi; tahminleri aşan katılım oranı, Sosyalist Parti'nin yüzde 50'nin üstünde oyla tüm ülkede yerel yönetimleri kazanmasına neden oldu. Siyaset bilimcilere göre oy vermeyenler çeşitli gruplara ayrılıyor: Kararsızlar, kendilerine uygun parti bulamayanlar, mesaj veya ceza vermek isteyenler, nasıl olsa kazanır diye sandık yerine pikniğe gidenler... Bunların içinde en çok önemsenen ve en büyük paya sahip olan, uygun parti bulamayanlar. Bu gruptaki seçmenler için Cem Boyner ve arkadaşlarının (aralarında Kemal Derviş de vardı) siyasal oluşumu Yeni Demokrasi Hareketi ilginç bir formül geliştirmişti: Oy pusulalarına "Hiç birisi" adıyla bir hane daha eklensin! Ne dersiniz; o dönemde ilgi görmeyen bu öneri tekrar gündeme getirilebilir mi acaba?
|