Ağa'nın özel devrimi, derin sırları
Sakıp Sabancı bende hep şu duyguyu yarattı: Sınıfının çıkarları ile bağlı olduğu toprağın çıkarlarının çelişkileri arasında; aklını, duygularını, düşüncelerini yeni boyutlara taşıyabilme çabası. Bir sanayi imparatorluğunun başında olmasına rağmen, sınıflar ötesi ulusal bir sempatinin ona armağan ettiği "Ağa" sıfatı... Ama bu "feodal" sıfata rağmen de, Türkiye iş dünyasında gerçek anlamda "burjuva" olma çabasındaki nadir kişilerden. Üstelik, bu çabayı, büyük öğretimlerden, cafcaflı diplomalardan güç alarak yahut sadece bir servetin kullanılış biçimiyle göstererek değil; merak ederek, kendi ken- dine öğrenerek, çevresini bilgi kaynağı olarak değerlendirerek de gösteren bir insan. Kimileri bunu belki sadece "zenginli- ği sempatik gösteren adam" olarak özetler. Biraz az, biraz haksızlık olur. Sadece servetin "olumlu imaj" kılınmasına çaba harcayan bir adam portresi kısıtlı kalır. Sanıyorum, tüm ağalığına rağmen gösterdiği "burjuvalaşma" çabası, en azından kendisinden başlayarak ve bunu yay- maya uğraşarak gerçekleştirmek istediği "bir nevi burjuva demokratik devrim"di. Şirketlerin, paranın, servetin burjuvalaş- maya yetmediğine dair kuvvetli bir sezgi sanki. Siyasi ortama müdahalenin sadece şirket, sektör, sınıf adına gündelik çıkarların kovalanması olamayacağına dair bir hissiyat sanki. Bu yüzden, öğrenmenin, bilmenin, yorumun, eleştirinin, kısaca "burjuva aydınlanması"nın zorunluluğuna dair, kendini, liseden terk eğitimini, sınıfının ürkekliğini, o sınıfın tahsilli-tahsilsiz cehaletini aşma gayreti.
Nitekim, "gülen adam"ın en büyük acılarından ve birlikte götürdüğü en büyük kuşkulardan, sırlardan biri de, kendi içinde yapıp yaymaya çalıştığı o "bir nevi burjuva devrimi"ne ilişkindir. En gerilimli dönemlerden birinde, Güneydoğu meselesi, Kürt sorununa ilişkin yaptığı çıkış... Kimi merkezlerce adeta sindirilmek istenmesi... Ardından da, "sol terör" görünümlü bir saldırıda kardeşini ve iki çalışma arkadaşını yitirmesi. Sırasıyla bakıldığında; Sakıp Bey'in girişimiyle, onun önderliğinde bir Güneydoğu'da reform raporu, bomba gibi düşer. O güne kadar, kendi çıkarlarını kollayarak arazi olmakla ünlü Türkiye burjuvazisi, böylesine "milliyetçi", böylesine "tabu" bir konuda birdenbire cesur ve aykırı bir çıkış yapmıştır. "Sınıfdaş"larının çoğu onu yalnız bırakmış olsa da. Bir takım mahfiller, bu arada bir zamanlar "komünizme karşı" desteklemiş olduğu Türkeş, "kendi demokratik devrimi"ni gerçekleştirmekte olan Sabancı'yı "çizmeyi aşmaması" için şiddetle uyarırlar. Ve bir gün, İstanbul'un bir köşesinde gazeteci Metin Göktepe bazı polisler tara- fından dövülerek öldürülürken, bir başka köşede, sıkı korunan bir holdingin 25'inci katında bir "sol örgüt" eliyle kardeşi ve iki kişi katledilir.
Rastlantı mıdır yoksa olayların ardışık ve karışık bir sırası mı vardır? (Bu kuşkuları hep diri tutmam için yıllardır bastıran bir okura, kendi deyişiyle "Tarsuslu hamal Cumali"ye teşekkürler.) Muhtemelen, Sakıp Bey de, kendisi gibi ön planda olmayan, işlerini daha sessiz sürdüren kardeşinin değil, kendisinin "hedef" olduğunu düşünmüştü... Muhtemelen, konuşmaya meyilli suikastçı Mustafa Duyar'ın cezaevinde öldürülmesi kuşkularını arttırır. Yine muhtemelen, çoğumuzunkinden yoğun kuşkularla, açıkça paylaşamadığı yeni kuşkulara ve sırlara da ulaşır. Şimdi onun için üzüntüyle konuşanlara, çok şeyin yanında, bu "kuşkular ve sırlar" da mirastır artık. Allah'tan rahmet ve başsağlığı dileklerimle.
|