Basın hürdür ya siz?
Batı temel hak ve özgürlükler açısından belli bir olgunluğa ulaşınca, bu kez "basın özgürlüğü" kavramı içinden tartışılmaya başlandı. "Basın özgürlüğü, patronların özgürlüğüdür" gibi bir karşı-görüş zaviyesinden. Tarih öyle garip akmıştı ki... Bir zamanlar, girişim, inanç, düşünce özgürlükleri gibi, "devlet ve iktidar müdahalesi"nden azat edilmek istenen basma-yayma özgürlüğü de, bir "maddimanevi" mülkiyet olarak görülüyordu. Hem inancın, fikrin, eleştirinin mülkiyeti, hem de onu basma-yayma araçlarının mülkiyeti manasında. Devlet, iktidar karışmayacak, isteyen istediği gibi fikirlerini, haberlerini, eleştirilerini "piyasa"ya sunacaktı. Dolayısıyla, basın özgürlüğü de fikrin, mesajın ve maddi araçların sahiplerinin özgürlüğü olarak da anlaşıldı. Zamanın temel derdi bu özgürlüktü, ölçekler mütevazı idi ve zaten "liberallik"in özü de buydu.
***
Bir varmış bir yokmuş; liberalizmin ve "adil piyasa"nın bu özgürlük makyajı, basında da döküldü. Ölçekler, yatırımlar, hedefler, kitleler büyümüştü. Her fikir, haber, eleştiri sahibi "piyasa"ya kolayca, diğerleriyle aynı güçle giremediği gibi... "Piyasa" büyük boruların kuvvetli öttüğü bir hal almıştı. İşletmede "büyük" patrondu, piyasada ise "büyük patron(lar)". "Basın özgürlüğü" tartışması; devletin, yasaların kısıtlamalarından... Bizzat basının, medyanın içindeki kısıtlamalara, gazetecinin işletmede ne kadar özgür olabileceğine, büyük işletme çıkarlarının özgürlüğü nasıl sınırladığına kaydı. Devlet ve yasalar karşısında "istediklerini yayınlamakta daha özgür" olan medya ve gazetecilerin; şirket, sektör, patron çıkarları ya da korkuları yüzünden "yayınlayamadıkları" noktasına geldi.
***
Türkiye henüz ilk "hürriyet" sorununu çözemeden ikincinin içine gömülüvermişti. Avrupa rüzgarıyla da yasalarımız "demokratikleştirilmek" istenirken, "piyasa"nın ikinci meselesi aynen baki. "Basın hürdür, sansür edilemez" diye başlayan Anayasa, kanunlarla, sansür kapısını da hep açık tutmuştu. Adım adım iyileştirmeler oluyor, lakin, "devlet sırrı, milli güvenlik, kamu düzeni, toplum ahlakı" gibi muğlaklıklarla kapı hala aralık. Öte yandan, "sansür edilemeyen" basının, kendi içinde ne kadar "hür" olabildiği de meçhul. Daha doğrusu, faili meçhul. Gazetecilerin haklarını, toplum ve gerçekleri arayış adına direnebilme güçlerini tahkim etmeden... Bugün, ancak arsızlıkların yol açtığı zincirleme kazalarla "kartel" yapısı çözülebilen dağıtımı düzenlemeden... Uluslararası kuruluşlarda "basın özgürlüğü" diye atıp tutarken, rekabetten, eleştiriden, piyasanın parçalanmasından rahatsız olup başkalarını batırmak için kollarını sıvayanları dizginlemeden... Gazeteciliği, halkın haber alma hakkını iktidarlara da peşkeş çekerek şöhret ve servet yapan bir medya zihniyetini hala itibarlı zannederek... Kişisel, şirketsel çıkarlar için, basın tarihimizin en büyük ihanetlerinden olan bir yasanın çıkabilmesi için kendi yazarlarını da "sansür" edebilenlerin akılları başlarına, vicdanları akıllarına gelmeden... "Basın ne kadar hürdür" ve "bu hürriyet kimin hürriyetidir" gibi sorular aynen kalır. Kanunlar demokratikleşse de, arsızlık, ihtiras ve gözü dönmüşlük halkın beynini ve vicdanını esir almaya devam eder.
|