Ne olacak bu Kıbrıs'ın hali?
ABD Büyükelçiliğinde, Dış İlişkiler Konseyi Kıdemli Üyesi Walter Russel Mead'i dinlemeye gelen sayısı oldukça fazla... Milletvekilleri, sivil toplum örgütlerinin yöneticileri, gazeteciler, İngiliz, Danimarka, Lübnan büyükelçilerinden oluşan kalabalık bir grup... Aslında ABD'nin kafasının da uyguladığı dış politika konusunda çok berrak olmadığı Mead'in konuşması bitince anlaşıldı. Belki, bundan kaynaklansa gerek, Russel Mead'in konuşması sonrası, Büyükelçi Eric Edelman'ın verdiği öğle yemeğinde masalarda konuşulan da Türkiye'nin dış politikası üzerine yoğunlaştı. Özellikle de Kıbrıs'ta referandumdan nasıl bir sonuç çıkabileceği üzerinde... Hatta, daha masaya varılmadan yemek alma sırasında, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın dış politika ve ekonomiden sorumlu iki milletvekili danışmanı Egemen Bağış ve Reha Denemeç'e yöneltilen sorular da aynı noktada oldu: "Ne olacak bu Kıbrıs'ın hali?..."
Müeyyide ne olur? Daha çok da referandumun alternatifli sonuçları üzerinde duruluyordu. Örneğin; "Rum tarafından hayır çıkması halinde, uygulanacak yaptırımlar ne olacak?" Batılı diplomatlar bu soru üzerinde yoğunlaşırken, soru bir de tersinden yöneltiliyordu: "Türk tarafından evet çıkması halinde bundan kazancı ne olacak?" Sorular üzerinde değişik yorumlar yapılsa da herkesin üzerinde uzlaştığı nokta aynı oluyordu: "Avrupa Birliği, önce Rumlara ortaya çıkan metnin kendilerine ne avantajlar getirdiğini çok iyi anlatmalı. Referandumda Rum tarafından hayır oyunun çıkması halinde neyle karşı karşıya kalacağını bugünden da net bir şekilde göstermeli." Rum tarafından hayır çıkması durumunda nasıl bir sonuçla karşılaşacağının yanıtı da yine batılı diplomatlardan geliyordu: "Bu durumda, Kuzeyin bizzat AB tarafından tanınmışlık süreci hızlanır, uygulanan ambargolar kalkar..." Buna Rum tarafının hiçbir zaman sıcak yaklaşmayacağı da kayda geçiriliyordu. Hatta ABD'nin de bu yönde bir tutum içine girebileceği vurgulanıyordu. Bir referandum daha Bu aşamada bir soru daha gündeme geliyordu: "Rum tarafından hayır oyu çıkması durumunda, geçmişte Danimarka'da olduğu gibi yeni bir referandum söz konusu olur mu?" Aslında bu sadece Batı Avrupalı diplomatlardan değil, aynı zamanda ABD'li diplomatların da yemek süresince üzerinde durdukları soruydu. Nitekim, soruyla başlasa da batılı diplomatların ardından kendi alternatiflerini de sunuyorlardı: "Emsalleri var. Olumsuz bir yanıt gelirse, BM ve AB birlikte bastırıp, Rumların yeni bir referanduma gitmesi için dayatmada bulunmalı." Bunun ne kadar gerçekçi olabileceği konusunda net bir yanıt verilmemekle birlikte, bugünden bunun tartışılıyor olması da dikkat çekiyor. 10 yıl sonra ne olur? Nitekim, bu soru dünkü Bakanlar Kurulu'nda da tartışılıyor. Bakanların hemen hepsinin hemfikir olduğu nokta, bugüne kadar ortaya çıkan en iyi çözüm planının elde edildiği noktasında. Kaygıları ise bu çözümün AB'nin birincil hukuku haline gelmemesi durumunda ileride bozulacak olması. Nitekim, Başbakan ve Dışişleri Bakanı'nın verdiği bilgilerden yola çıkarak şu soru yöneltiliyor: "Beş yıl içinde bir sorunla karşılaşılmaz deniliyor. İyi de, 10 yıl sonra sorunla karşılaşılır ve Türkiye'nin AB üyeliği de olmazsa ne olur?" Soruya net bir yanıt verilmese de Başbakanlık'ta ileriye dönük yapılan karşılaştırmalı olasılık hesapları şöyle oluyor: "Her iki taraftan da evet çıkarsa, Türkiye'nin AB üyeliğinin önü açılır. Rum tarafından hayır, Türk tarafından evet çıkarsa; Kuzey Kıbrıs'taki ambargo 10 yıl içinde kalkar. Türk tarafından hayır, Rum tarafından evet çıkarsa, Kuzey'e ambargo en az 20 yıl daha sürer. Her iki taraftan da hayır çıkarsa o zaman zaten içinden çıkılmaz bir hal alır..." Öyle görülüyor ki, ortaya çıkan çözüm planı, ne Ada'daki tarafların, ne garantör ülkelerin, ne AB'nin, ne de Plan'ın yaratıcısı BM'nin kafasındaki soru işaretlerini gidermiş.
|