AK Parti'nin eksiği
AK Parti, Türkiye'de mevcut sistemin kilitlendiğinin sokaktaki insan tarafından fark edilişinin en net ifadesidir
Türkiye 3 Kasım seçimlerinin ardından uzun yıllar hasretini çektiği istikrarı yakalamanın keyfini yaşadı. Çok parçalı, eş-dost desteklenmesine dayalı sistemin tasfiyesi bu keyfi daha da artırdı. AK Parti seçimin ardından ciddi biçimde Avrupa Birliği hedefine kilitlenince, kuşku ve korkular yerini büyük bir umutla bekleyişe bıraktı. Peki bir yılı aşan bu dönemin bilançosu ne? AK Parti iktidarının ekonomide, Avrupa Birliği hedefinde geniş kitleleri bu denli memnun etmesine rağmen, eksik kalan bir şeyler yok mu? Elbette var. Bu, uzun zamandır kafamı kurcalayan bir soruydu. Yanıtını Bilgi Üniversitesi'nin Türkçe'sini yayınladığı Foreign Policy dergisinin Aralık 2003 sayısında buldum. Bu dergiye konuşan Bilkent Üniversitesi'nden Doç. Dr. Ümit Cizre, AK Parti'nin eksiğini şöyle özetliyordu: "ANAP, siyasetini eski sistemi yıkıp yerine yenisini inşa etmek stratejisi üzerine kurmuş ve arkasında geniş bir toplumsal ittifak oluşturmuşken, AKP yeni bir sistem yerine yeni bir AKP inşası ile meşgul." Sistemin dışından gelip merkezi tasfiye eden AK Parti, şu anda merkeze oturma kaygısıyla haşır neşir. Bu gayet doğal. Ancak bu çaba AK Parti'yi Türkiye'nin geleneksel merkezine çekecek olursa, yani AK Parti var olan sistemle tamamen uzlaşırsa, reformcu dinamizmini yitirir, bürokrasinin labirentlerinde kaybolup gider. AK Parti, Özal'ın ANAP'ının, ilk iktidar yıllarında takındığı net reformcu ve yenilikçi çizgiyi kaybederse, hem toplumun birikmiş değişim isteğine, hem de eline geçen tarihi fırsata ihanet eder. Türkiye'nin geleneksel bürokratik direnişi karşısında sürekli geri adım atan, Meclis'ten geçirdiği yasaları tam olarak yaşama geçirtemeyen bir AK Parti, "hortum" edebiyatının etkisini yitirmesiyle toplumsal desteğini hızla kaybeder. AK Parti, Türkiye'de mevcut sistemin kilitlendiğinin sokaktaki insan tarafından fark edilişinin en net ifadesidir. Bu noktada yapması gereken, değişim ve yeniliğin bayraktarlığına hızla soyunup, bürokrasi karşısında geri adım atma alışkanlığından vazgeçmesidir. Türkiye'ye Avrupa Birliği yolunu açacak olan sadece yasaların değişmesi değildir. Bu yolu, Soğuk Savaş yıllarında biçimlenmiş, vatandaşı kendi koyduğu kurallara uyması gereken bir varlık olarak gören bugünkü sistemin değiştirilmesi açacaktır. Bu noktada en büyük görev AK Parti'ye düşmektedir. Sürekli kendi yarattığı krizlerle uğraşan, "bir adım ileri, iki adım geri" siyaseti izleyen bir parti böyle bir reformun öncülüğünü üstlenemez. Bu değişim olmadıkça da Türkiye, dünya ülkeleri liginde üst basamaklara bir türlü tırmanamaz.
|