Seçim dersleri
Türkiye bir seçimi daha arkada bırakırken, sandıktan yine hem siyasetçiye, hem de medyaya önemli dersler çıktı. Seçimin en çarpıcı sonucu, solun biraz daha küçülmüş olması. İspanya'nın ardından Fransa'da da sol büyüyüp güçlenirken, dünyanın her yerinde iktidar sol ve sağ partiler arasında el değiştirirken Türkiye'de bu durumun gerçekleşmesinin zor olduğu gözler önüne serildi. Türkiye, çok partili siyasi yaşamını büyük bir sağ iktidar, ardından bir askeri darbe, tekrar sağ iktidar ve askeri müdahale şeklinde yaşadı. Kendisine sol adı verilen parti de bu müdahalelerin tamamında darbeden yana bir tavır aldı. Bugün Avrupa Birliği umudu giderek güçlenen ülkemizde askeri müdahale olasılığının tarih olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle sağ bir iktidarın sivil alternatifi üzerine bugünden kafa yorulması gerektiğine inanıyoruz. Bu ülke seçmeninin tamamı sağ eğilimli mi? Bizce hayır. Eğer öyle olsaydı AKP fırtınası esen İstanbul'da CHP'li Mustafa Sarıgül, İzmir'de Ahmet Piriştina, Mersin'de Macit Özcan, Beşiktaş'ta İsmail Ünal, Avcılar'da Mustafa Değirmenci ezici bir üstünlük sağlayabilir miydi? Bu bölgelerde muhafazakâr, inançlarına önem veren insan sayısı daha mı azdı? Değil. Ya da Ankara tamamen muhafazakâr demokrat olmaya karar kıldığı için mi Melih Gökçek tarihi bir farkla yeniden koltuğa oturdu? Elbette değil. Bu insanlar, çalıştığı için, slogan yerine iş ürettiği için, seçmeniyle doğru ilişki kurduğu için böylesi bir teveccühe layık görüldüler. İktidar olmak isteyen bir sol partinin bu örneklerden çıkaracağı çok ders var. Kıbrıs'ta çözüme karşı çıkan, Avrupa Birliği'ne afra tafra yapan, her türlü yatırıma olumsuz bakan, seçmenle seçimden seçime bir araya gelen bir partinin alacağı en yüksek oy, yüzde 17 olur. Sonra da genel başkanı çıkıp bunu size başarı diye sunar. Bu örneklerin gösterdiği bir gerçek var; (Dikkatinizi çekerim CHP'li beş isim de Hüsamettin Özkan'la hareket etmiş kişilerdir) çalışan, seçmenine saygı gösteren siyasetçisi, partisi ne olursa olsun sandıktan çıkıyor. Tayyip Erdoğan, belediyedeki başarısını, sıcaklığını, samimiyetini ülke çapına taşıyabildiği için sandıkta oyunu daha da arttırdı. Türkiye'de artık sol bir hareketin Ankara'daki manevralar, pazarlıklarla değil de, yerel yönetimlerdeki başarılı örneklerden hareketle yola çıkması gerekiyor. Halkla teması olmayan, kendi içindeki entrikalarla uğraşmaktan politika üretemeyen, tembel insanların Türkiye'de sol adına umut olması mümkün değildir. Sol adına yola çıkıp "Gerekirse 100 bin şehit verip Yunanistan'ı da alırız" diyen bir rektöre kucak açan bir parti örgütünün halka umut vermesi mümkün değildir. İllerde aday gösterirken "İleride bana rakip olur mu?" diye düşünüp eleme yapan bir liderlik kadrosunun Türkiye'yi taşıması da mümkün değildir. Bu kafayla gidenlerin ilk seçimde baraj altında kalıp Türkiye'yi sağ partilerden oluşan bir parlamento yapısına teslim etmeleri kaçınılmazdır. Türkiye solunun kendine çeki düzen vermesi için fazla süresi yok ama yakın geçmiş böyle bir olasılığın yüksek olmadığını gösteriyor. Seçimin medya ayağına gelince; SABAH ısrarla anket yayınlamaktan kaçındı. Doğan Grubu gazeteleri ise seçime çok az bir süre kala, kendi gruplarında çalışan bir araştırmacının başka bir kanala yaptığı "hormonlu anketi" sürmanşetlere taşıdı. Bu anket, yapan kişi tarafından seçime az kala düzeltildi ama halkın kafasında Hürriyet'inden Posta'sına kadar bu gazetelerde yayınlanan rakamlar kaldı. Bu, Türkiye'de medya gücünü siyaseti manipüle etmek için kullanmak isteyenlerin ısrarlarından vazgeçmediklerinin bir göstergesi. SABAH'ın varlığı sayesinde manipülasyonları her seferinde kabak gibi ortaya çıkacak. SABAH'a öfkelerinin bir nedeni de bu elbette.
|