| |
Bir pazar hikâyesi...
Semtin namlı çengi kızı Kanarya, muhitlerine cuma günleri kurulan pazara gitti. Rastladığı ilk tezgâhtan annesine el şeklinde tahta bir sırt kaşıyıcısı aldı. "Sırtını hep bana kaşıtıyo. Artıkın bununla kaşınır kart kart" diye düşündü. Böyle düşününce de güldü. Kızın kendisine güldüğünü sanan limonatacı yılışarak sordu: - Vereyim mi buuuz gibi bi limon? Kanarya, limonatacıya kötü kötü bakıp çıkıştı: - Hii!.. Korktum lan! Ne bağrıyon inek gibi? Oğlan şaşırdı. Ses edemedi. Savuştu gitti. Kanarya biraz daha yürüdü. Sonra gözüne kestirdiği bir başka tezgâhtan küçük kız kardeşine kelebek toka, kokulu kalem, çiçek dürbünü, leblebi şekeri aldı. Küçükken, kırmızı leblebi şekerlerini tükürükle ıslatıp, boyasından dudak ruju yaptıklarını hatırlayıp yine güldü. Dantel kenarlı Daracık sokağın iki yanına kurulmuş tezgâhların ve pazar kalabalığının arasından hızla ve yere bakarak yürüdü. Kimselere selam vermeden, hedeflediği tezgâha varmak istiyordu. Esas parasını burada, Nurinisa Hanım'ın tezgâhında harcayacaktı. Nurinisa Hanım, artık nereden buluyorsa, o pazarda, hatta Mahmut Paşa'da bile eşine rastlanmayan kırmızı ağsız donlar, göğüsleri kaldıraç gibi yukarılara çekip tutan dantel kenarlı sutyenler satıyordu. Kanarya kendine dört don seçti; üç kırmızı, bir mavi... Kapalı olacaksın... Zerzevatçıların bitişik tezgâhları arasında kalan boşluktan sürtünerek geçip, kısa yoldan pazar dışına çıktı. Bir an önce eve gidip, donlarını birer birer giyip, aynada kendine bakmak istiyordu. Diri, taze, pürüzsüz bedenini çıplak seyretmeye bayılıyordu Kanarya... "Çengi kıyafetleri iyi ki kapalı. Dansöz olsam n'apardım?" diye düşündü. "Kız dediğin vücudunu bir tek annesine, kız kardeşine, belki, yani o da çok gerekirse arkadaşlarına gösterecek. Erkek, baban-abin de olsa görmemeli vücudunu" dedi içinden. Yürürken kalçalarını bu şekil sallaması, isteyerek yaptığı bir şey değildi. Onun içinde, sanki görünmez bir pikapta, duyulmaz bir plak çalıyor, kız da uyanık olduğu hemen her an o müziğin temposuna uygun hareket ediyordu. Bir sağa bir sola. Bir sağa bir sola. Kanlı canlı Esnaf dükkanları önündeydi. Kasap seslendi: - Kanarya kızım. Dur şu önlükleri vereyim de yıkasın annen. - Ver Cemil Abi, bekliyorum. - Dekora ablama söyle kusura kalmasın. Çok kirli bu defa. - Lafı mı olur Cemil Abi? Senin işin kanlı, canlı. Ha ha haa!.. - Seni şirin maymuuun... Bu muhabbeti gören tenekeci Cihat hemen önlüğüne davrandı. Önlük pırıl pırıldı. Dükkanına girip, yağlı paslı bir şeyler buldu. Önlüğüne sürüp kirletti. Sonra dışarı fırladı: - Kanarya. Al bunu da götür anana. İyi çitilesin. Sıkı sıkı, bastıra bastıra yıkasın. Di mi Yunus? Ha ha haa ?.. Tazeleri kıskanma!.. Tenekecinin yanında, elinde yağlı boya bir tabela bulunan Yunus sırıttı. Kanarya adamlara pis pis bakarak gömleği aldı. Tonton Kasap Cemil bile, uzaklaşan kızın yürürken sallanan kalçalarına hayran hayran bakmaktan kendini alamadı. Yaşlı iki kadın Kanarya'yı görür görmez dedikoduya başladı: - Anası fal bakıyo, çamaşır yıkıyo, bu kız da etrafı yıkıcak az büyüyünce. - Daha bunun büyümesi mi kalmış? Baksana nasıl da çalkalıyo yürürken. - Aaaa! O zaten çengidir bee!.. - Çengiyse çengi. Mahalle içinde düğün evi mi kuruldu şimdi?.. Tezgâhında her an Tahtakale işi şey kaldırıcı, geciktirici, yumuşatıcı haplar, kremlerle, dandik afrodizyaklar, kalitesiz prezervatifler filan bulunan Burhan kadınları duyup şarkı söyler gibi laf sokuşturdu: - Tazeleri kıskanmayalım. Dedikodu yapmayalım. Günah almayalım. Amaaan aman!.. Aşağı yukarı Yürümeye devam eden Kanarya ileride, elektrik direğinin altında, her zamanki gibi tek başına oturup olduğu yerde sallanan Deli Kaya'yı gördü. Çocuğun zararsız olduğunu bilse de, ne olur ne olmaz kabilinden karşı kaldırıma geçti. Onunla aynı hizaya geldiğinde ise içi burkularak baktı Deli Kaya'ya. Deli oğlan da ona bakıp: "Yukarı yukarı... Aşaa aşaaa!" diye her zamanki teranesiyle haykırdı. Kanarya içinden bi küfür etti Deli Kaya'nın babası Aksekili Hilmi'ye. "Bi şu çocuğun haline bak, bi de herifin saltanatına" diye düşündü. Sokağın başında en kıyak dükkan, Aksekili Hilmi Bey'indi. Geniş camekânları hem bu sokağa hem de öbür sokağa bakıyordu çünkü. Köşe dükkan demek, avantaj demekti dükkancılıkta. Aksekili Hilmi Bey, mahallenin tabiriyle: "Sinameki" bir adamdı. Bir özelliği de, daha doğrusu bir lakabı da: "Tavşan tersi"ydi Hilmi Bey'in. Veresiye veremem Hakçası; kokmaz, bulaşmaz, hatırdan, niyazdan anlamaz, poh herifin biriydi. Yaralı parmağa işediği, avantası olmadan birine selam verdiği görülmemişti. Dükkanında, artık her nasılsa paraya kıyıp çerçeve yaptırdığı iki poster vardı. İkisinde de: "Veresiye veremem. Peşin sıra gelemem. Gelirsem de bulamam. Bulursam da alamam" yazıyordu. Kimseye hayrı dokunmayan bu adam, bu koca ve gösterişli dükkanda emlak işinden, dandik otomobil parçası pazarlamaya, cep telefonu kılıfı satmaktan, bir halta yaramayan televizyon anteni, tulum peyniri, üzüm pestili, fındık ezmesi satışına kadar birbiriyle alakasız işleri yapıyor, "Büyük tüccar" geçiniyordu. Kimseye hayrı olmayan bu adamın kendi de hayır görmemişti elbet. Yakayım mı?.. Tatlı deli Nazike'yi saymazsak, mahallenin harbiden tek delisi Kaya'nın, yani Deli Kaya'nın babasıydı Hilmi Bey. Pintilik, cimrilik, hasislik, sevgisizlikten, mahalleliden önce oğlu Kaya'yı delirtmişti. Aksekili Hilmi, aslında doğduğunda zekada ve akılda, semtin diğer çocuklarından hiç de aşağı olmayan oğlu Kaya'yı üç yaşındayken altına kaçırıyor diye güya korkutmak istemiş, gaz ocağında kızdırdığı maşayı uzaktan uzaktan tutup: "Yakıyım mı haa?" derken, mesafe tayininde yanılıp, kızgın maşayı yapıştırıvermişti çocuğun pipisine. Yani hakikaten de "yakmıştı" çocuğun hayatını. O görünmez pikapta Kaya ertesi gün havale geçirmiş, onca ilaç, doktor, hoca muskasına rağmen bir daha düzelememişti. Şimdi 21 yaşındaydı. Akranları asker ocağında belkim de şafak sayarken, o, mahallenin dükkana göre ters tarafında, elektrik direğinin altında bir taşa oturup, güya eğleşir, sabahtan akşam etraftakilere eliyle trafik polisliği yapıp: "Yukarı yukarı. Aşağı aşağı." diye komut verirdi... Kanarya bütün bunları düşünüp, üç adım sonra da hepsini unuttu. Yine çalkalayarak yürümeye başladı. Yürüyüşüne bakılırsa Kanarya'nın içindeki o görünmez pikapta çalan şarkının ritmi, ille ki dokuz sekizlik olmalıydı. Bir sağa bir sola. Bir sağa bir sola...
|