| |
Ulus-devletin solculukla ne alakası var?
TARIM toplumu ile sanayi toplumu arasındaki fark nedir? Tarım toplumunda üretim aracı topraktır. Sanayi toplumunda ise sermayeyi elinde bulunduran burjuvalar ile emeğini satarak yaşamını sürdüren proletarya üretimi birlikte kotarırlar. Üstelik tarım toplumunda tek enerji emekken, sanayi toplumunda buhar makinesi insan emeğinin üstünde bir enerji yaratmıştır.Üretim araçları değişince toplulukların yaşama biçimi de değişiyor. Tarım toplumlarında kilisenin gölgesinde yaşanırken, sanayi devrimi bu "kutsal iktidara" karşı çıkmış, burjuvazi kendi çıkarlarına uygun olarak toplumsal ilişkileri yeniden tanımlamıştır. Laiklik, ulus ve modern devlet anlayışı, sermaye sınıfının, senyörlere ve kiliseye başkaldıracak güce eriştiği döneme rastlar.
***
Din ve devlet işlerinin ayrılması laikliği; din, kültür ve ülkü bakımından benzeşmeyi temel alan anlayış ulusu; türdeş insan topluluğu, toprak bütünlüğü ve egemenlik üçlüsü de devleti oluşturdu. Bunlar, burjuvazinin varlığını sağlamlaştıran "ulus-devlet" anlayışının sacayağını oluşturdu. 1648 yılındaki Vestfalya Antlaşması ile de hayata geçti. Ulus-devlet, tarım toplumuna göre ileri ve çok daha farklı bir örgütlenme biçimi oldu. Ekonomik amacı ise, girişimci sınıfın, sınırlarla korunmuş rekabetten uzak bir pazarda sermaye birikimi yapabilmesi idi. Kol gücüne dayalı bir teknolojiye göre örgütlenildiği için de herkesin birbirine benzemesi temel alınmıştı. Benzer saatlerde çalışılıyor, benzer işler yapılıyor, benzer mahallelerde yaşanıyordu. Toplumdaki ulus kavramı, insanların farklılaşmasını değil aynılaşmasını hedefliyordu. Benzeşmek esastı. O dönem burjuvazisinin yaşam alanını toplumun "standartlaşması" besliyordu. Dini, kültürü, ülküsü aynı demek birbirinden farkı kalmamış insanlar demekti. Bir önceki, "insan-üstü varlıkların" tartışılmaz egemenliğine dayalı mutlak monarşilere kıyasla ulus-devlet çok daha ileri bir adımdı. Yöneten-yönetilen ayrımını getiriyor, bireyi önce çıkarıyor, toplumdaki tek güç sayılan devlet kavramına karşı bireyi koruma altına alıyordu. Feodal döneme karşı burjuva devrimini savunmak ve 17. yüzyıla göre çok ileri sayılan ulus-devletin örgütlenme modelini seçmek ilerici bir adım idi... Acaba bugün durum ne? Bugün sermaye ve emek sanayi devrimine kıyasla önemini çoktan kaybetti. Emeğin yerini robotlar, sermayenin yerini bilgi alıyor. Çok derin bir değişim yaşanmakta... En büyük serveti, "beyinsel zenginlik" sağlıyor. Bill Gates bunun simgesi. Parası, pulu olmayan ama "fikri" olan birisi dünyanın en büyük zengini olabiliyor. Sanayi devrimi sonrasına adım atan toplumların sosyolojik yapılarında da büyük bir farklılaşma var. Toprakta çalışanlar çoktan erimiş. AB'de tarımda çalışanların oranı yüzde 4. Fabrikalarındaki çalışan proletarya da epeydir toplumun en büyük gücü değil. Onların yerini bilgisayar programcıları, artan zenginler ve çoğalan zaman aralığında insanlara daha nitelikli bir yaşam sunan hizmet sektörü aldı. Yeni bir orta sınıf tanımlandı ve doğdu. Bu yenileşme, eski toplumsal örgütlenmeyi dönüştürüyor. Burjuvazinin sermaye birikimini sağlaması amacıyla oluşan o eski yapı bugünün koşullarına uymuyor. Zaten bu nedenle, ulus-devlet anlayışının doruğu sayılan 1789 Devrimi'ni yapan Fransa, 1989'daki Maastricht Anlaşması'na imza atarak ulus-devlet öğelerinden vazgeçti. Ulusal parasını da "euro" ile öldürdü. Ulus-devlet yavaş yavaş yok oluyor. ooo Sanayi-sonrası toplumun örgütlenme biçimi, beyinsel yaratıcılığa ihtiyaç duymakta... Varlığını yeni icatlara bağlamış insanın yaratıcılığı önemli... Tek kutsal şey, yaratıcı insan... Yaratıcı insan için ise "farklılaşma" olmazsa olmaz bir koşul. İnsanın bireyselliği, özgürlüğü, zenginliği, yaşam kalitesi ulus-devlet anlayışının çok önünde... Ülküdaşlık gibi benzeşmenin esas alındığı bir önceki dönem de kapanmış bulunmakta... Ulus-devlet'in geçerli olduğu Sanayi Devrimi sırasında "standartlaşma" temel ilke iken bugün "birbirine benzememek" asıl... Çünkü zenginlik ve beyinsel yaratıcılık, insanların farklı özelliklere sahip olduğu noktada doğup yeşeriyor. Sanayi-sonrası örgütlenmenin tek bir hedefi var, insanın yaşamını daha nitelikli kılmak... Artık toplumları "kimlerin" yönettiği değil, "nasıl" yönettiği önemli... Ülküdaş adı altında sizi esarete sürükleyeni, sürekli fakirleştireni, özgürlüğünüzü kısıtlayanı bağrınıza basmıyorsunuz. Size özgürlük, zenginlik ve mutluluk getirecek ilkeleri uygulayanları tercih ediyorsunuz... Bunları neden söylüyoruz? Türkiye'de, insanı yok sayan Orta-çağ zihniyetini "ilericilik ve solculuk" olarak sunanlar var da ondan... 17. yüzyılda burjuvazinin savunup, sonra vazgeçtiği eski anlayışı, Türkiye'de mevcut "iç sömürgeci" yapıyı kuvvetlendirmek için savunmak, bu ülkenin bir 10 yılını daha çalmaya çalışmaktan başka bir şey değildir.
|