| |
Yorgun mermi ve yerli 'sniper!.'
Epey bir zaman önce Beyrut'taydık Coşkun Aral'la. Doğu-Batı Beyrut'u ayıran "green lines", yani yeşil hat üzerinde çekimler yapıyorduk 32. Gün için. O Yeşil Hat'ın Müslüman milislerce kontrol edilen noktalarında çok sayıda Türk vatandaşı da vardı. Genellikle Mardinli yurttaşlarımız ağırlıktaydı milisler içinde. Savur, Nusaybin, Kızıltepe taraflarından kopup gelmiş, kimi inşaat işçisi, sebze meyve satıcısı, kimi kan davası firarisi memleket çocuğuyla karşılaşıp, tanışıp, epey gün geçirdik onlarla. İç savaş, planlarını bozmuş, beş parasız memlekete dönmek de mümkünsüz olduğundan, gidip paralı asker yazılmışlardı örgütlere. Kimi Dürzi lider Velid Canpolat'ın liderlik ettiği Hizbül Takaddumi İştirak kadrosunda kimi de Şii lider Nebih Berri'nin sevk ve idaresindeki EMEL örgütünde milisti.
Kadını göğsünden vurdular Bir gün rica ettik. "Bizi Doğu Beyrut'un da görünebileceği yerlerine götürün Yeşil Hat'ın" dedik. "Tehlikeli olduğunu" söylediler ama laftan anlamadık, ısrarcı olduk. Sonra razı edip çıktık onlarla yola. Harabe haline gelmiş cadde, sokak kalıntılarından duvarlara sinerek geçip az uz yol aldık Hıristiyan kesime. Yarım saat kadar geçti ve birdenbire durdu mihmandarlık eden 4 kişi. Dönüp uyardılar bizi: "Tam karşıda sniper. Yani keskin nişancılar var. Yıkıntıların arasında saklanıp dürbünlü tüfekle ateş ediyorlar. Bunlar parça başı (!) çalışan berbat adamlardır. Çoğu kanun kaçağı. Vurdukları adam kadar para alırlar. Daha dün bir kadını göğsünden vurdular. Hala gitmek istiyor musunuz?.. Oraya kadar gelmişken geri dönmeyi yediremedik kendimize. Tırsaklığımızı güya kamufle eden tok sesler çıkarıp; "Eee... Tabii tabii... Gidecez elbette. O kısımdan da çekim yapmak şart çünkü..." filan diye konuştuk.
Sokağın karşısı "Bizden günah gitti" türünden birkaç laf edip "hazrol" komutu verdiler. Söylenene göre önce onlar sonra biz geçecektik sokağın karşısına... Aynen dedikleri gibi oldu. Önce onlar geçti, sonra titreyen bacaklarımızı aça aça biz koştuk öte yana. Lakin ne ateş edildi üzerimize ne bir çat pat oldu. Gayet sessiz, gayet tehlikesiz bir geçiş yaptık yani. Birkaç saat daha güvenli saydıkları yerlerde dolaşıp yaptık çekimleri. Akşam saatlerinde de ünlü Hamra Caddesi'ndeki May Folwer adlı otelimize döndük...Orada bir âdet var. Otelde kalan tüm yabancı basın mensupları mümkün olduğunca bir arada yemek yiyor. Yemek sırasında herkes o günkü gelişmeleri konuşup, başından geçenleri anlatıyor birbirine. Sıra bize geldiğinde aynen size anlattığımı anlattım ben de.
Neresi komik ki?.. Fazladan eklediğim şuydu: "Adamlara hem şaşırdık hem saygı duyduk. Biz misafiriz diye önce kendilerini tehlikeye atıp, önden kendileri geçtiler..." Ben daha lafımı tamamlamadan bir kahkaha boşandı ki masadan sormayın. Her biri Beyrut'un ve savaş muhabirliğinin kurdu olmuş o usta gazeteciler kahkahadan kırıldılar dakikalarca. Neden sonra şaşkın şaşkın bakan bizlere dönüp anlattılar niye güldüklerini. Meğerse bu sniper denen illet herifler çıplak gözle etrafı keser dururmuş her an. Bir hareket görünce hemen tüfeğin dürbününe göz, tetiğine parmak dayarlarmış. İkinci hareket olduğunda ise malum eylem; Buuum!.. Yani o kardeşlerin ilk geçenler olması konukseverlikten değil, bizim kekliğimizden kelliymiş...
Varamadan öldü!.. Bunca lafı hatırat anlatmak için dizmedim. Amacım asıl şu bağlantıyı kurmak: Malum ya, geçenlerde çok acı bir olay yaşandı Beyoğlu'nda. İmam Adnan Sokak'taki bir adresten çıkan gençlerden biri ansızın kanlar içinde yere yuvarlandı. İstanbul Üniversitesi son sınıf öğrencisi Önder Babat'a ilk müdahaleyi yapan arkadaşları duruma bir anlam veremediler önce. Önder'in başı kanıyordu ama ortada başını vuracağı, ya da başına vuran bir şey de görünmüyordu. Yine de hastaneye kaldırmaya çalıştılar o genci. Ama ne yazık ki daha Taksim İlkyardım'a varamadan ölmüştü öğrenci genç...
Bak şu taşa Önder Babat'ın vefatından sonra ailesinin avukatı Anıt Baba'nın anlatıkları dehşet vericiydi. Şöyle diyordu avukat: "Bir taş bulunmuş. Güzelce paketlenmiş. Üzerine 'delil' yazılmış. Sonra da 'Adi bir olay bu. Savcıyı çağırmaya da gerek yok. Hatta bu sokakta kafasına taş düşerek 2 kişi öldü. Götürün bunu memlekete gömün' dediler."
Aile otopsi istedi Dosya kapatılmak istense de, aile otopsi isteyince Önder Babat'la ilgili korkunç gerçek ortaya çıkmıştı. Çünkü Babat'ın, 9 mm. çapında bir silahla başının arkasından vurulduğu anlaşılmıştı. Arkadaşlarının ses duymaması ise saldırının uzaktan, susturucu takılmış bir silahla yapıldığı şeklinde yorumlanıyordu. Polis yetkilileri ise ikinci açıklamayı; "Babat'ı vuran kurşun yorgun kurşundu. Yani, başka bir noktadan havaya sıkılmış yere düşerken kafaya çarpmış bir kurşun" diye yapıyordu.
Sorularım Cerrah müdüre!..
Şimdi şu soruları sormak ana sütü gibi helal bize: *Kurşun, "yorgun kurşun"sa: Türkiye'nin en namlı, en anlı şanlı yeri olan Beyoğlu Caddesi'nde, sağa sola havaya ateş edip kurşun yoran adamlar mı var? Varsa kimdir bunlar? Yorgun kurşunu atan kişiler aranıyor mu? Daha doğrusu arama-soruşturma niyeti var mı birilerinin?..
*Kurşun uzaktan, uzun namlulu ve susturuculu silahla atılmışsa: Beyoğlu'nda da eski Beyrut gibi sniper'lar mı var? Mesela bu delikanlı, bazı kafa(sız)lara göre hem solcu hem Tuncelili olmak gibi iki ağır suçu (!) birden işlediği için mi hedef seçildi?..
*Kurşun adres sormayacağına göre; yarın öbür gün bir ufacık çocuk, filiz gibi bir genç kız, bir emniyet mensubu, bizcileyin geveze bir gazeteci, bir subay, bir asker, bir iş adamı, esnafla hoş beşe gelmiş bir milletvekili, bir bakan ve hatta başbakan da, Allah esirgesin aynı akıbetin potansiyel hedefleri midir?
*Uyuşturucudan ölen üniversiteli gençlerin haberini basına sızdırmamayı marifet sanan baş müdür Cerrah Bey, ne yazık ki basına sızmış bu elim konuyla bizzat ve yakınen ilgilenmekte midir?..
*Son olarak da bu memleket, bu kent, bu Şehr-i İstanbul yani. İtin, kopuğun, çapulcunun, katilin, gaspçının, godoşun, puştun, kalleşin at oynatıp, cirit fırlattığı bir dağ başı mıdır?.. Hiçbir yardımcınızı "bilgi verme" diye uyarıp, "kafasını koparmanıza" gerek yok sayın Cerrah. Çünkü soruyu bizzat Zat-ı Alinize soruyor, yanıtları bizzat sizden bekliyorum. Hürmetlerimle...
|