Ülkesini sevmek, çok sevmek, çok çok...
Bin türlü şeyi tartışır, binbir nedenle kapışırız; binlerce vesileyle birbirimize siyasi, ideolojik, kültürel ve benzeri nefretlerimiz de olabilir. Bazen, hani çok bunaldığımızda, büyük haksızlıklara uğradığımızda, öyle olduğunu düşündüğümüzde, acı, sıkıntı çektiğimizde, umut tükettiğimizde filan, "bu ülkeden bıktığımızı" dahi söyleyebiliriz. Ancak, "Ülkeni seviyor musun, sevmiyor musun?" sorusu yine de tartışmasızdır. Ne kimilerinin "ya sev, ya terket" dayatmalarına, ne kimilerinin kolayca sarıldığı "milliyetçilik, yurtseverlik" kategorilerine sıkışır. Fiziksel, manevi, maddi, ailevi, kültürel... kişinin dokusuna, dokusuna karışan toprağın kokusuna, oradan tüm hücrelerine, tüm fikrine, yüreğine nüfuz eder ülkesi. Kovulsan, sürgün edilsen, kaçıp kurtulmaya çabalasan, başını alıp gitsen de yanında gelir; gurbet olur, sıla olur, hasret olur, lezzet olur, şiir olur, şarkı olur, türkü olur, mektup olur, anı olur, dönüş olur, kabir olur, dünyanın bir ucundaki mezara karışan bir tutam toprak olur.
*** O yüzden; ülkeye verilmek istenen yönler, dünya içinde biçilen roller söz konusu oldu mu, "yurtseverlik" yanıltıcı bir tartışma zeminidir. En küçük ama en kalıcı "ortak payda" olarak "ülkesini sevmek", dolayısıyla kendi sevme tarzını kerteriz alıp başkalarının sevmediğini düşünmek, yaratıcı bir zemin olamaz. Tarih, "ülkesini çok sevenler"in, çok sevdikleri için, "ülkesini çok seven" başkalarını, bu sevgilerini sevmedikleri için katlettiğinin tanığıdır. Tarihin nihai yargısı, "hangisinin daha çok sevmiş olduğu" üstüne oturmaz. Ülkesini çok sevdiği için teslim olanlar ile ülkesini çok sevdiği için ayaklananlar... Sonra, ülkesini çok sevdiği için ayaklananları, ülkesini çok sevdiği için yok edenler arasındaki nihai ayrım "hangisinin daha çok sevmiş, hangisinin gerçekten sevmiş olduğu"nun tespitiyle yapılmaz. Bu "doğal" bir iddiadır. Doğumla birlikte, herkesin yüreğine, içine bir şekilde nüfuz etmiş bir duygudur. Gerisi sonradan, akılla, vicdanla, çıkarlarla, bilgiler ve yorumlarıyla oluşturulur.
*** Türkiye'nin, birbirini etkileyen, sadece "bizim" iradelerimizle değil, dünyanın bir sürü yerindeki iradelerin bileşkesi olarak gelişen "seyri" yeni eşiklerde. Bunun tartışması, "yurtseverlik" üstünden yapılırsa, kısır kalır. Bir çoğumuz bir başkalarına, kendi "yurt sevme" biçimlerinin, bu yurttaki insanların en azından bir kısmına nasıl acılar getirdiği üstüne yeterince kanıtlar üretebiliriz.Tartışma, toplumsal acıların, ama tüm ekonomik, toplumsal, kültürel yönleriyle nasıl daha iyi azaltılacağı... Tartışma, insanların öyle "temel haklar" diye kağıt üstünde birkaç maddeye indirgenemeyecek kadar "hak ettikleri" insanca hakların nasıl daha iyi geliştirileceği... Tartışma, çözümler peşinde koşulurken, bu toplumsal zemin üstünde mi yüründüğü, yoksa ülkede güçlü bir azınlık ile ülke dışında güçlü iradelere teslimiyet içinde mi ittirildiği noktasında olabilmeli. Tartışma, bu son şıkta bile, açılacak ufuklarda, toplumun mağdur çoğunluklarının ve onlar adına yapılabilecek siyasi, ideolojik, ekonomik mücadelelerin, hak arayışlarının daha mı mümkün, yoksa daha mı imkansız olduğu üstünde odaklanabilmeli. Bağımsızlık ve yurtseverlik genellikle "yabancılar karşısında milli çıkarları koruyabilmek" diye tanımlanır. Bu, onların ne dayatmak istediğine bağlı olmakla birlikte, tarih tanıktır ki, bağımsızlık maskesiyle, kendi halkına ekonomik, siyasi, sosyal dayatmalar ile derin acı verenler hiç eksik olmamıştır.
|