Sahibine göre kişnetmek (2)
Birtakım ilkeler ancak tarih bilinciyle yerli yerine oturur. İlkeler ancak, kendi imkanlarımız, arzularımız, eğilimlerimiz, günübirlik beklentilerimiz, heyecanlarımız, tepkilerimiz dışında; öğrenerek, sindirerek, yaşayarak, mücadele ederek, kavramlaştırarak akıl ve vicdan arasındaki köprü sağlam tutularak edinilir. Ancak öyle "içten" olabilir. Bizim meslekte, kişinin "gazeteci doğup gazeteci ölmesi"yle doğal sayılan yahut sonradan edinilen mesleki beceriler, "iyi gazeteci" yapmaya yeterli görülse de, "doğru ve ilkeli" kılmaya yetmeyebilir. Gazetecilik, sadece gündelik işi yürütmeye dayalı beceri mesleği değildir. Üstünde, tarihin tüm mücadelelerinin, insan hakları ve demokrasi ideallerinin, tüm hukuk ve ahlak felsefelerinin, vicdani sorumluluk yolculuklarının izlerini, yükümlülüklerini taşır. Bakacağınız açı, çekeceğiniz fotoğraf, üstüne gideceğiniz haber, atacağınız manşet, yazacağınız yazı, sadece yeteneklerinize ve bilgilerinize emanet değil, bu akıl ve vicdan birikimine de bağlıdır. "Vicdan" doğal ve soyut, insanın özüne neredeyse doğuştan oturmuş yahut yamuk yerleşmiş bir nitelik zannedilse de; yaşayarak, öğrenerek, deneyerek, mücadelelere sokularak, sorgulayarak, iç muhasebelerde sarsılarak, dik durarak ya da eğilip bükülerek sürekli yeniden oluşturulur. Akılla beslenir, aklı ve eylemi besler.
*** Dünkü yazıdan sonra bunları da, gündelik meselelerdeki tutumlarımızın "rüzgara göre" esip gürlemekle yahut sinip ıslık çalmakla köklü bir mana kazanamayacağını, kimseye akıl vermek gibi olmasa da, en azından "kendi aklımda" tutabilmek için not ettim. "Diğer şirketler bir yana", birer gazetecilik mecrası olan Star TV ve gazeteye el konması, yazıların, haberlerin sansüre uğraması, Türkiye'de gazeteciliğin temel sorunlarının uç, abartılı, vahim bir "mikro manzarası." Yoksa.. Sansür, oto-sansür, gazetecilerin rehin alınması, gazeteciliğin propaganda, manipülasyon, dezenformasyon aracı, özel çıkarların silahı yahut hükümetlerle savaş ya da uzlaşma mekanizması olarak kullanılması, ne Star'ın "Uzan" tarihiyle ne de şimdiki "devletleştirme"yle sınırlı. Kimilerinin daha cazgır, daha terbiyesiz, daha saldırgan olması, başkalarının kibar, sinsi, maskeli ama istikrarlı "gazetecilik katliamları"ndan olsa olsa nicelik yönünden daha çarpıcıdır; nitelik bakımından değil. Uzak geçmiş bir yana, bir önceki hükümet dönemi, büyük medyanın başlı başına, iktidarla karşılıklı rehinelik ilişkisini, cılkını çıkararak katmerleştirdiği bir süreçti mesela. Örgütsüzlüğün ve haksızlıkların derinleştirilmesiyle, medyanın kendi çalışanlarını da rehin aldığı, sürekli iş şantajı altında tuttuğu, gazeteciliği "şirket çıkarları"nın kölesi yaptığı bir dönemdi. Gazetelere, TV'lere el konmadan da, sarsürün oto-sansürün had safhaya vardığı, gazetecilik vicdanının gasp edildiği ve harç bitip yapı paydos denene kadar rezili çıkan bir dönem. Medya patronları, o dönemde ne kazandıklarını, ülkeye ve mesleğe ne kazandırdıklarını, gazeteciliğin, hatta kendi itibarlarının ne hale geldiğini, "bir gazeteci gibi, bir vatandaş gibi" değerlendirebilseler keşke! Gazeteciler ise, "sahibine göre kişnetmek" gibi, mesleği ve kendilerini, tabii halkı da aşağılayan, "hür teşebbüsçü" ya da "iktidar güdümlü", bazen "askeri talimatlı", bazen "tarikat kaynaklı", şefkatli veya şiddetli kamçılar altında, gönüllü yahut cebren maruz kaldıkları mesleki muameleyi vicdanları ve akıllarıyla değerlendirmeli elbette.
|