Bir parçan, bir parçan daha kopar
Hala yaşıyorsak, ölümü bilmediğimizden değildir. En çok en yakınlarımızda biliriz. Her üzüntümüz, kendimizden de kopan içindir biraz. Sanki taksit taksit ölürüz. Başkalarının yakınlarımızdaki varlıklarıyla harmanlanan hayatımız, onlardan her birinin çekilişinde parça parça erir; kalanlarla, kaldığımız yerden devamlarla onarırız. Giden herkesin hatıralarıyla delikler açılmıştır oysa. Sadece paylaşılmış anların, doyulamamış sevgilerin, yeterince ayrılamamış zamanların değil; bizatihi, ilerleyen yaşımızın, yıpranmış bedenimizin, her gidenle birlikte icmali çıkan yılların sadmeleri sızar o deliklerden. Bir bakmışız, yaşlanmışız. Bir bakmışız, yorulmuşuz. Bir bakmışız, ne çok şey yaşamış ve ne çok şeyi yaşamamışız.
*** Bazı insanlar vardır ki, onlar birimizin, birkaçımızın değil, epeycemizin hayatına eşlik etmiştir. Onların her vedasında, hep birlikte, ortak parçalarımızdan bir şeyler yitiririz. Cem Karaca, deli dolu, hep cıvıl cıvıl, görünürdeki siyasi gelgitlerine rağmen hep muhalif, ama nereden bakarsanız bakın, bir yolculuk arkadaşımızdı. Yakından tanımayan da yakından hissederdi. Çünkü size dokunmaya çalışırdı. İlk gençliğimden şarkılarına dokunmuştum. O, epey sonra, yazdığım birçok yazıyı okşadı. Bu ülkenin, bu kültürün, her yandan bizi sarıp büyüten şefkatli ebeveynlerinden biri gibi. Oysa onun bu kültürde nasıl bir sentezi temsil ettiğini görmek istemedik. Azeri bir baba ile Ermeni bir annenin oğlunun, sadece bu ülke için değil, şu dünya için de nasıl bir mutluluk ve nasıl gizli bir hüzün olduğunu fark etmedik. Paranoyalarla kafayı yerken, bu zenginliğin ayırdına varamıyorduk işte. Pazar günü, o artık "ölüme yakalanan" bir Karaca iken, önceden hazırlanmış bir spor programında Barış Manço anılıyordu. Son söz Cem Karaca'ya verilmişti: "Onu çok özledim" dedi. Demişti. Deyip gitmişti, özlenmek üzere.
*** Cem Karaca yine de gazetelerin ilk sayfalarında "ölürken", çocukluğumun bir başka ismi, bazı spor sayfalarının kenarından kaydı. Oysa bir zamanlar, önce Beşiktaş tribünlerini coşturmuş, futbol sevdamın ilk kafiyeli tezahüratı ve babamın sesinden dinlediğim maçlardaki "Şenol-Birol, Gol"ün Birol'u olmuştu. Sonra, itiraf edeyim, küçük kalbimdeki kocaman kulüp sevdasıyla, çok Beşiktaşlı gibi nefret etmiştim Birol Pekel'den. Şenol (ki onun soyadı da Birol'du) ile birlikte Fenerbahçe'ye geçişleri, manşetten haberlerle, henüz profesyonelleşmemiş taraftar bilincine "takımı satış" olarak kazınmıştı. Onların yerini alan iki genç, Sanlı ve Yusuf belki o yüzden ebediyen Beşiktaşlı kaldılar. Hayat ve ölüm işte: Yusuf Tunaoğlu, yerine geldiği Birol abisinden de önce hayata çalım atıp gitti. Şenol seneler sonra yine Beşiktaş'a gelip vedalaşırken o Fenerbahçeli Birol kaldı ve öyle öldü. Dolmabahçe Stadı'ndaki o çocukluğumdan bir parçamın daha çoktan ölmüş olduğunu da hatırlatarak.
*** Büyüyor, kafaca ve gönül gönül çoğalıyorduk ama... Yavaş yavaş eksiliyor, parça parça eriyorduk aynı zamanda. Ne kadar çok yaşarsak ölüme daha yakın düşülen garip bir yolculukta... Yine de uzun ve mutlu yolculuklar dileğiyle.
|