Muhammet ile Yasemin... Mucize ile mücadele
Aklımızın alabildiği, dilimizin dönebildiği, sevincin dökülebildiği, inanamazlığın örtüştüğü tek sözcük "mucize" oldu. Onca insanın, çoluk çocuk, direncinin kırıldığı, bedeninin ezildiği, ciğerlerinin boğulduğu bir enkazın altından 137 saat ve 157 saat sonra "canlı" çıkabilen iki insanı bu sözcükle kutsadık. Elbette, çürük betonların arasında bir boşluğa sığınmanın, oraya sızan havayla buluşabilmenin, tabii şansın ve böylece "mucize"nin rolü vardır ama... Sanki, "mücadele"yi ihmal ediyoruz.
*** Oysa, 16 yaşındaki Muhammet ile 23 yaşındaki genç anne Yasemin'in mucizeleri, aynı zamanda onların inadına mücadeleleri. İnanmak, direnmek, bedenini organize etmek, onunla uyum içine girmek, belki önceki felaket derslerinden edindiklerini uygulamaya çabalamak. Henüz yaşıyorsan, işte buna tutunabilmek. Günde en az üç öğün guruldayan midelerimizin, sık sık kuruyup ıslatılan boğazımızın, en küçük bir ağrı ya da acıda öfkelendiren, hevesimizi kıran, canımızı sıkan, endişelendiren bedenlerimizin, pes etmeye meyilli aklımızın ve yüreğimizin alacağı koca bir ders: "İçimizdeki kudret"in farkında olmak. Tüm olumsuzluklara rağmen, bedenimizdeki direnç potansiyelinin, aklımızla koşullara karşı koyabilmenin, pes eden, yere serilen değil, ışığı, sesi, umudu kovalayan bir sabırla beklemenin. Bunların mümkün olduğunu hissedebilmenin dersi.
*** Tabii, ders, enkazın altından, üstündekilere de uzanıyor. AKUT özellikle 99 depremiyle hepimize çok şey anlattı, çok şey kattı. Gönüllü olarak organize olan, dağcılık gibi sporlarla bedenlerini ve becerilerini geliştiren, çoğumuzun umursamadığı, umursar görünse bile hiçbir akıl ve yürek koymadığı "kurtarma"ya hayat veren gençler. Felaketin musibeti kadar, onların ve yardıma gelen yabancıların kattıklarıyla, ilhamlarıyla bu donanıma ve örgütlenmeye sahip birimler çoğaldı. Bu konuda daha becerili itfaiyeciler, askerler, sivil savunmacılar, dağcı gençlerimiz oldu. Ancak, Konya'da bir şey oldu: "Dozerler çalışmaya başlayınca" AKUT çekildi. İlkeler bakımından bir yanlışa işaret ederek haklı da olabilirlerdi. Ama direnmediler, beklemediler, yanlış gördüklerine rağmen, "mucize" yi kovalamak bir yana, "mücadele"yi tahayyül etmediler. Muhammet'in, Yasemin Hanım'ın, enkazın altında, biraz havayla sürdürdükleri mücadelelerini, onca bilgiye rağmen hayal etmediler. Bu şimdiye kadar yaptıklarını ve kattıklarını elbette silip atamaz; ancak, "her şeye rağmen yapılabilecekler" üstüne, "her koşulda mücadele" üstüne, sabır, direnç ve umut üstüne bir şeyler anlatır. Ne olursa olsun, orada hala yaşayabilenlerin, hala kurtarılabileceklerin, hala yaşayabileceklerin olduğunu anlatır. Bunun her zaman mümkün olabileceğini, "sonuna kadar hayatı kovalamak gerektiğini" söyler.
*** İzleyenler, okurken hissedenler fark etmiştir: Dipsiz Kuyu sık sık, insana ve hayata ve ölüme dair hüzünle, acıyla, hatta belki karamsarlıkla dolar. "İnsana dair" olandan çıkarak öfkeyle, isyanla dolar. Ancak, belirtmeliyim ki, dünkü gibi "ölümün kıyısında" bir yazının arkasında bile, bugünkü gibi "hayatın yakasına yapışan" bir mücadele, inat, tutku, sabır yazısı, öyle dolu dolu bir inanç bulunur. "Mucize"ye değil, "Muhammet ile Yasemin'in mücadelesi"ne, her enkazın başında hala umutla hayat arayanlara, "muhteşem labrador" da dahil, hayatın peşine inat ve ısrarla düşenlere büyük saygım o yüzden.
|