| |
|
|
İvan Denisoviç'lerin hayatı Türkiye'de hiç değişmez ki!
Türkiye'den çok uzakta, Hint Okyanusu'ndaki Maldiv Adaları'nda Kurban Bayramı ve onu izleyen üç gün süresince tatil yaptım. Maldivler'de tatil yapan beş bini aşkın Türk vatandaşı gibi, mercan adalarında ben de denize girdim, büyük bir akvaryuma benzeyen okyanusun rengarenk balıklarını, ben de seyrettim. Türkiye'deki gelişmeleri, internete girerek izledim. Ama biliyordum ki, ülkemde yine beklenmedik, büyük değişikler, şaşırtıcı aşamalar olmayacak. Konya'daki binanın çöküşü haberini, üzüntü ile izledim. Ama çok şaşırmadım. Yapılardaki kalite kontrolünün, sadece depremlere bırakılmasının yanlış olduğunu, yine hissettim. Neyse... Tatil bitti... Binlerce Türk gibi ben de, Dubai üzerinden İstanbul'a döndüm. Karşılaştığım, konuştuğum vatandaşlarımın da, benimle aynı konulara ve sorulara takıldığını gördüm. - Biz Türkiye'deki çok mükemmel turistik tesislerde, yatak-yemek dahil her şeyi 50-60 Euro'ya satarken, Maldivler'deki uluslararası otel işletmeleri, nasıl 500-1500 dolarlık rakamları bulabiliyorlar? - Dubai gibi bir şehir-devlet, Ortadoğu'nun hava trafik ve alışveriş merkezi olabiliyor... Dubai, milyarlarca dolarlık yatırımı kendine çekiyor. Buna karşı İstanbul'u, İzmir'i, Antalya'sı olan koca Türkiye, neden bu tür yarışlarda hep gerilerde? İstanbul'a inince uçağımız, havaalanından çıkıp, aracın direksiyonuna geçtim. Evimin yolunu tuttum. Evime yaklaşırken, ezbere bildiğim yollardaki çukurlara düşmemek için, direksiyon cambazlığına başladım. Onlar benim, yıllar boyunca oluşmuş arkadaşlığımın karşı tarafları. Yokuşun başında, yağmur mazgalları yolun düzeyinden çok aşağıda olduğu için, oraya düşmemem gerekiyor. İleride, İSKİ veya İGDAŞ veya başkalarının defalarca yaptığı kazılardan arta kalan, yerleşik delikler veya yarıklar var. Hepsini ezbere biliyorum. Bunlara düşe çıka, hepsinden korunmayı öğrendim. İleride çocuklarım, sonra torunlarım da bunları yakından tanıyacak. Bunlar hayatımızın parçaları. Her 7-8 yılda bir gelen ekonomik krizler gibi, 20'nci yüzyılı geçirip, 21'inci yüzyıla aktarılan Kıbrıs krizi gibi, Avrupa Birliği üyelik hedefi gibi, birlikte yaşamaya alıştığımız gerçekler bu çukurlar. Haberlere baktım eve gelince. New York'taki ilk temasa, Denktaş ve Mümtaz Soysal, "KKTC Heyeti" olarak gitmişler. Denktaş da ilk demecinde, "Bir gün kalıp, döneceğiz" demiş... "Annan Planı üzerinde uzlaşmaya varıncaya kadar buradayız" dememiş tabii ki. Doğal olan ve beklenen, tabii ki Denktaş'ın tutumu. Neden biz Türklerin yaşamı ve kaderi değişsin ki? Biz böyle olmaktan mutluyuz. Bizden önceki kuşaklar da, biz de, gelişmiş ülkelere ve bizi sürekli geçen komşularımıza bakıp, başımızı ve dizimizi dövmekten, halimize hayıflanmaktan, mazoşist bir zevk almıyor muyuz? 10 yıl önce Türkiye'ye sığınan Bulgaristanlı Türkler, şimdi Bulgar pasaportu ile, Avrupalı bireyler olarak serbestçe dolaşıyor. Veya Kıbrıslı Rumların refah düzeyi, Kıbrıslı Türklerinkinden en az 5 kat daha iyi. Türkiye'deki "statüko"ya teşekkür etmeliyiz. Yollardaki çukurlar da, çeşitli konulardaki çözümsüzlükler ve krizler de, korunma altında. Keşke Turgut Özal da, hiç olmasaydı. Farklı şeylerin olabileceğini ve çağ atlayabileceğimizi zannetmiştik. Durgunluk, "Orta Karar" olmak ve çözümsüzlük, bize daha uygun oysa.
|