| |
|
|
Göründüğün gibi olma, olduğun gibi görün!
Dünyanın her ülkesinde, seçilmiş ya da atanmış bir "İktidar" vardır. Ancak "Muhalefet", sadece demokrasilerde bulunur. Şu anda Türkiye'de ise, ne iktidar, ne de muhalefet, bu kavramların içeriğini tam anlamı ile dolduracak nitelikte varlar. Kelime anlamı ile, "İktidar Boşluğu" yok. Ama Konfiçyusçu bir açıdan bakarsanız, hepsi tam olamayan birden fazla iktidar var Türkiye'de. Konfiçyus ne der? - Bir adamın babasının kral olması, onun prens olmasına yetmez. Prens kavramının içeriğinde, güçlü, cömert, adil, cesur olmak da vardır. "İktidar" da, "Anayasal Demokrasi"lerde bu tür içeriklere sahip olması gereken bir kavramdır. Bu açıdan bakıldığında, bizim anayasal demokrasimizin yazılı olmayan gerçeğine göre, "Kuvvetler Ayrılığı", üç erk arasında değil, "Devlet" ile "Siyaset" arasında paylaşılmış durumda. Bu yüzden de, siyaset ile devlet izdüşüm içinde bulunmuyor. Siyasi kararlara, bürokratlar ağırlık koyuyor. İktidarsız iktidarlar, "sınırlı yetkili" ama her başarısızlıktan "tam sorumlu" konumda, devleti yönetiyormuş gibi bir nevi rol yapıyorlar. AK Parti iktidarının durumu buna örnek değil mi? "Kıbrıs'ta Çözüm" konusu ortada. "YÖK Reformu" meselesinde ise, neredeyse YÖK'e yasama yetkisinin devri gündemde... Belki yolu bulunsa, her kurum kendi kanununu kendisi yapacak... Örneğin, Kamu Yönetimi Reformu tasarlanırken, seçilmişlerin Milli Savunma Bakanlığı'nı da reform kapsamına alması mümkün mü? Muhalefete gelince iş daha karışık. Muhalefet partileri, bu gerçekleri vurgulayacak yerde, kendileri iktidar olsalar asla söylemeyecekleri sözleri söylemeyi, konumlarının gereği zannediyorlar. Şu anda AK Parti'nin en fazla eleştirilmesi gereken yanı, "İktidarsız İktidar" olması değil mi? Ama başta CHP olmak üzere, tüm muhalefet, iktidara karşı bir çeşit devlet sözcülüğü yapıyor. Sanki Gümrük Birliği, Deniz Baykal'ın Dışişleri Bakanı olduğu dönemde gerçekleşmemiş gibi, CHP sözcüleri AK Parti'yi teslimiyetçilikle suçlamaktalar. Ya da CHP sözcüleri (mesela Ali Topuz), kendini Vural Savaş'la karıştırıp, AK Parti hakkında, şeriatçılık iddianameleri seslendiriyor. DYP'nin Mehmet Ağar'ının, "Merkez Sağ"ın en büyük partisi olarak, Avrupa Birliği'nde, ekonomide ve tüm vizyona ilişkin konularda çıtayı yükseltmesi ve AK Parti'yi "Beceremiyorsunuz. Ürkeksiniz" diye eleştirmesi gerekir. Bir de, hem siyasetin, hem devletin artık kavraması gereken "Büyük Gerçek" var. Türkiye'nin bütün "Milli Dava"ları, aslında uluslararası konjonktüre bağımlı, "Uluslararası Sorun"lardır. "Kürt Sorunu"nu gördük. Türkiye'de siyaset de, devlet de, bu sorunu ya askıda tuttu, ya görmezden geldi, ya da "Bölücülük" biçiminde yorumladı. Sonunda uluslararası konjonktür (Avrupa veya Amerika), Öcalan'ın yakalanmasından başlayıp, Helsinki Zirvesi'ne dayanan ve AB'ye Uyum Yasaları ile noktalanan çizgide, "Kürt Sorunu"nu, "Kürt Realitesi" haline dönüştürdü. "Apo'yu Asacağız" diye seçim kampanyası yapan MHP, iktidar olunca, idam cezasını kaldıran tasarıların hazırlayıcısı olmadı mı? Gerçek şu... Türkiye bir süper devlet değil... Burada, atanmışlar ve seçilmişler arasındaki çekişmeler ve statükonun değişime karşı direnmesi, "Yerel bir Rant Kavgası"nın ötesine geçemiyor. Bu arada demokrasiyi ve hukuku da, kendimize benzetiyoruz.
|