Kıbrıs sarmalı
Ankara'da dün yaşananlar tam anlamıyla Kıbrıs sarmalının içine girildiğini gösteriyordu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Davos'ta BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Washington'da da ABD Başkanı George W. Bush ile yaptığı görüşmelerde ele alındığı belirtilen konularda ilerleme kaydedilmemiş olmasının sıkıntısı hakimdi. Ankara, bunun yarattığı aldatılmışlık hissi ve alınganlığının burukluğu içindeydi. Üç gündür, BM Genel Sekreteri Annan'ın davet mektubuna verilecek yanıtın müzakereleri yapılıyor olsa da çıkış yolu bulmakta zorlanılıyordu.
Hiç değilse referandum Ankara'nın uğraşısının başında, Annan'ın davet mektubunda kayda geçirdiği, boşlukları kendisinin doldurup bunu referanduma sunacağına ilişkin tutumunu nasıl yumuşatacağının arayışı yatıyordu. Bunun için Washington yönetiminden Annan'ı ikna etmesi bekleniyordu. Annan'ın "üzerinde anlaşılan konularda referanduma gidilmesi yöntemini" uygulamasının rahatlama sağlayacağı kayda geçiriliyordu. Bir gün önce Başkan Bush ve Dışişleri Bakanı Powell'a da bu durum iletilmişti. Ancak akşam saatlerine kadar bu konuda fazla bir yol kat edilemedi. Daha da önemlisi, Beyaz Saray kaynaklı gelen "Bush'un, Annan'ın ön koşulları kabul edilerek müzakerelere başlanmasını istediği" haberi sıkıntıyı daha da artırdı. Dışişleri koridorlarında ise gelinen noktanın hiç de iyi olmadığının altı çiziliyordu. Koridorlara Türk hükümetinin baştan beri ortaya koyduğu ön koşulların ve MGK'da çizilen çerçevenin hayata geçirilememiş olmasının yakınması hakimdi.
Ankara-Lefkoşe hattında tartışılan bir diğer konu da Annan'a gönderilecek metin üzerinde yoğunlaştı. Tartışılan ise özetle şöyleydi: "Türkiye'nin ve KKTC'nin öteden beri ortaya koyduğu çekincelerin yazıldığı uzun bir metin mi, yoksa daha kısa bir metinle mi Annan'ın davetine yanıt verilsin."
Kısa metinden bahsedilen de sadece "Biz görüşme ihtiyacı için geliyoruz" denilip, müzakere yönteminde ortaya çıkacak sakıncaların ortadan kaldırılmasına dönüktü. Formüle göre, KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş, Başbakanı Mehmet Ali Talat ve Türk Dışişleri Müsteşarı Uğur Ziyal bir günlüğüne New York'a gidilecek ve BM Genel Sekreteri'ne durum tespitinde bulunacaklar. Böyle bir yöntemi Annan'ın kabul edip etmeyeceği sorusuna ise yanıt verilemiyordu. Bundan dolayı Washington yönetiminin hiç değilse bu konuda arabuluculuk yapması bekleniyordu.
Ayrıca, Kıbrıs müzakereleri için geçmişte New York'a benzer bir şekilde gidildiğinde karşılaşılan gerçekler hatırlandığında kaygı daha da artıyordu. Örneğin, 1992'de New York'a üç günlüğüne gidilip, 9 hafta müzakereler için kalındığı anımsandığında durum içinden çıkılmaz bir hal alıyordu.
Yöntem tartışması? Sonuçta nasıl bir yöntemle hareket edileceği konusunda dün akşama kadar net bir formül bulunabilmiş değildi.
Ankara'nın tartıştığı bir diğer açılım da müzakerelere başlanması ve bu sırada bir yumuşamanın sağlanması noktasındaydı.
Buradaki kaygı ise Annan'ın müzakereler konusunda hiçbir esneme göstermemesi halinde ne olacağı sorusu üzerinde odaklanıyordu. Yani; Annan'ın müzakerelerin başladığını kabul etmesi ve üzerinde anlaşılamayan noktaları kendisi kaleme alıp, bunu her iki tarafın referandumuna sunması... Bu durumda garantör ülke olarak Türkiye'nin tavrı ne olacaktı? Çünkü, Türk tarafının da bu anlaşma metnini bir kanun haline getirip TBMM'de kabul etmesi ve Cumhurbaşkanı Sezer'in onayına sunması gerekiyor. Sezer'in MGK'da alınan kararlara uymadığı gerekçesiyle, bunu veto etmesi halinde nasıl bir tabloyla karşılaşılacağı da sorunun bir diğer noktasını oluşturuyordu. Açıkçası Ankara'da dün akşam saatlerine kadar kafalar karışıktı. "Hele bir New York'a gidelim de orada ne olursa olsun" yaklaşımında bulunanlar da yok değildi. Bu kadar sıkıntının ardından diplomasinin mahareti ile bir ferah holü yaratılıp çıkılması arzu edilse bile, 1 Mayıs'a kadar sorunun çözümde orta yol bulunabileceğine inanan yoktu.
|