Ne kadar değişir insan?
Önceki günkü yazının devamıdır bu satırlar.. Hani "Çarli" adlı kontrol noktasından geçerek, sınırın öteki yakasında başka bir dünyayla; "ütopyalarının şehri" yle yüzleşenlerin hikayesinin ikinci bölümü... Ya da.. Hayal kırıklıklarına dair "kırık bir roman" ın son episodu... Kimilerinin "değişim", kimilerinin "dönüş" adını verdiği o sürecin gerçek anlamı nedir peki? Gerçekte, kim ne kadar "değişir" geçmişteki kendi fotoğrafından; ya da kim ne kadar "döner" yüzünü bir başka hayale?
*** Zordur yanıtı.. Zordur; çünkü "değiştiği ve döndüğü" için de veballer altında kalır insanoğlu; "değişip dönmediği" için de... Görünmez parmaklar uzanır hep gözlerinin içine: "Söyle neden değişmedin, söyle?" Ya da.. "Cevap ver, neden döndün yüzünü, söyle?" Değişip değişmediği tartışılanlar, kendi "değişim"lerinin yol haritasını anlatmakta zorlanırlar ısrarlı sorular karşısında.. Gün gelir yalnızca "geliştikleri" ni; gün gelir "gelişerek değiştikleri"ni ve bir gün de "düpedüz değiştik"lerini anlatırlar.. Döndüğü söylenenler için de zor zenaattir "alem"deki "gerçek" yerine inandırmak "cümle alem"i.. "Ben dönmedim, dönmüyorum; dünya dönüyor!" diye kestirip atarlar en kısa yoldan..
*** Oysa... Sınırları geçip, karşı yakadaki "ütopya"larıyla yüzleşenler için "acımasız" ve "haksız" bir ithamdır durdukları yerin hesabını sormak.. Sorun şudur: Ütopyalar adına gerçekleştirildiği var sanılan "modeller" in yanlışlığını ve yenilgilerini tartışmak yerine; inançları ve hayalleri yargılamak "insafsız" bir sorgulamadır.. Türkiye'de; soldan sağa, zaman içinde farklı duruşlar sergileyen "aydın"ların karşı karşıya kaldığı bu "dramatik" ikilemin çözümü çok ta zor değildir aslında.. Geçmişte "sosyalist aydın" lardan kimi önemli isimlerin "liberal" rüzgarlara yelken açmalarından sonra neden bu "viraj"ı aldıkları soruları karşısında.. Ya da.. "Siyasal İslam"ın aktörleri arasındayken, değiştiklerini söyleyenlerin inandırıcılık sorunu karşısında..
Verilecek cevaplar ve bulunacak çözümler ortaktır. Daha sosyalist sistem çökmeden önce; eşitlik ülküsü adına kurulmuş devletlerin; "devlet" i kutsallaştırarak "insan"ı ihmal ettiğini söyleyenler "ülkü" lerinden vazgeçmiş sayılabilir miydi? Veya.. "Siyasal İslam"ın, modern dünyanın ve yaşadıkları coğrafyanın "çözüm"ü olmadığını fark edenlerin; karşıtlarını bu "değişim"e inandırabilmek için, "inanç"larını telaffuzdan da vazgeçmelerini beklemek "hakça" olur muydu? Yani, birinciler sırf "model" i eleştirdikleri için "inançsız" mı sayılacaktı? Ve ikinciler; sırf "inanç"larını telaffuzdan vazgeçmedikleri için "model"le ilgili eleştirileri "samimiyetsiz" mi sayılacaktı? Çözüm bu soruların yanıtındaydı..
*** Son dönemlerde, bu soruların ve bu tartışmaların odağında olan baş kişi, ülkenin başbakanı; geçen perşembe akşamı, ekranlarda, "en tartışılmayacak" cevapla çizdi kendi çözüm haritasını: "Siyaset te,demokrasi de hatta din de araçtır. Aslolan insanın mutluluğudur!" Kendi sınır kapısından geçip, kendi "ütopya"larıyla yüzleşen bir adamın iç hesaplaşması mıydı dile dökülen sözler? Belki de.. Hepsi bir yana.. Bütün tartışmaları kestirip atar Türkçe'nin "en işe yarar" beyti: "Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz!.." Artık "iş"e bakmanın zamanıdır.. Ve hep birlikte "iş"e koyulmanın.. Çok bile konuştuk...
|