Sınıfta hain var!
Çocuklar akın akın "Hababam Sınıfı" na gidiyor. Kimi, TV'de izlediği eski filmlerden aşina; kimi, kendi okul hayatının gırgırının peşinde. Belki Ahmet Hakan haklıdır; belki "Hababam Sınıfı yeniden çekilmez." Çekildiyse ne olur; ister seyreder, ister seyretmez, beğenir, beğenmezsiniz. Senaryo üstüne senaryo ile belki "eser" sahibinden de uzaklaşmıştır.
Ama, filmin bir sahnesinde, eski "Hababam Sınıfı" fotoğraflarının önünde, duygu, anı ve vefa yüklü bir bakış davetiyle durduğu sırada, "asıl kurucu" olarak Rıfat Ilgaz'a atıf yapan Halit Akçatepe bilmem yeterince dikkat çekebilmiş midir?
*** Cumhuriyet'te Aydın Ilgaz, Hababam Sınıfı'nın, "Sınıf"ın, babasının öyküsünü, 2004 çocuklarının, gençlerinin gırgıra boğulmuşken bilmediği, pek hatırlatılmayacak, anlatılmayacak 50 küsur yıl öncesini aktarmaya başladı.
Artık bir "özel okul sınıfı" olan Hababam, "sınıf" dediği için baskı gören, hapsedilen, yoksulluğa, hastalığa gömülen, mimlendiği için eşi öğretmenliği bırakan bir adamın "duyarlılıkları"ndan doğmuştu.
"Sınıf"ı mısralara döktüğü için cefa gören Rıfat Ilgaz'ın "sınıf"ı Hababam'a taşıyışında liseli neşeler, nostaljiler ya da "bugünün gerçekleri"ni arıyorduk. "Bir liseli talebeyle vurulu bileklerin/ Kırk mahkumun sürüklediği zincire/ Tek suçunuz hür insanlar gibi konuşmak/Kitaplar suç ortağınız!" daki "Nazım Hikmet şiiri yazan" liseli talebenin, bileklerin, mahkumun, sürüklenmenin, zincirin, suçun, hürriyetin, konuşmanın, kitapların şiddetini, kokusunu, korkusunu, baskısını, kırmasını, vurmasını, ezmesini, kitap ve insan avını akla getirmeden.
*** Hayatımın en sarsıcı çocukluk deneyimlerinden biri, Çetin Altan'ın, Yaşar Kemal'in, Orhan Kemal'in, Doğan Koloğlu'nun oturduğu, hırpalandığı, arandığı, içeri alındığı bir mahallede... adı "Basın" olan bir köyde, variller içinde kitapların yakılması, tarumar edilen evlerden tomar tomar çıkarılan "eserler"in çöp bidonlarında "kurşun gibi" eritilmesiydi. O gün mü bir şeyler olmaya ve bazı şeyler olmamaya karar verdim, bilmiyorum ama, hep kitap almaya, durmadan okumaya, ama ne pahasına olursa olsun yakmamaya, yaktırmamaya, yok etmemeye yemin etmiştim sanki.
12 Eylül de bizim kuşağa çarptığında, alevlere hazır soba ile suya bastırıp hamur etme önerileri aklımı çelmedi, korkuma kucak açmadı değil. Biraz yaptım da. Sonra vazgeçtim. O sırada, çoğu üniversite boyunca çalışarak elime geçen paralarla çoğalttığım kitaplara, neredeyse her kitaptaki "yazarlığın cefası"na, her biri özel mirasmış gibi aktarılan sözcüklere, düşüncelere, birikimlere kıyamadım. Kitap ve alev dolu variller aklımdan çıkmıyordu. Ama asıl mesele, ne hissettiğim, ne yaptığım... İnsanların yaşı dahi büyütülerek asıldığı, işkence gördüğü, hain diye damgalandığı, sürüldüğü, cezaevine tıkıldığı, kuşak kuşak tahrip edildiği dönemlere ilişkin kişisel hatıratım değil.
*** Mesele şu ki, bu aralar yine "resmen" tedavüle sokulan "vatan hainleri var"ları duydukça tüylerim ürperiyor. Kimimiz nasıl, sınıfları, eserleri, kitapları özenli bir miras gibi devralmışsak, kimileri de genetik olarak "vatan haini edebiyatı" nı taşıyor olmalı.
O genlerin, nasıl bir utancı, bu ülkenin akıl, fikir, sanat, tartışma, demokrasi, olgunluk, adalet ihtimallerine ne ölçüde şiddetli darbeleri barındırdığını hiç düşünmeden. "Hababam Sınıfı"nı film olarak seversiniz, sevmezsiniz... İzlerseniz, "kurucusu Rıfat Abi"nin fotoğrafına bakış sahnesinde, bir zamanlar "hain" sayıldığını hatırlarsınız belki.
|