Bildiğini okumak, bildiğini yazmak
Türkiye, "bilgi-bilme hakkı" yasası çıkarabilir hale geldi ama kafalar ve koşullar özgürlükleri çoktan zincirlemiş olduğu için, yasa hikaye. Önce olgunlaşmak gerekiyor.
*** Gazeteler dün, Çukurova Grubu'ndan bir üst yöneticinin, grubun TV kanalından bir yöneticinin, çok sayıda avukatın -ki içlerinden biri Garanti Bankası yönetiminde de yer alıyordu-, yargırüşvet bağlamında bir operasyonla gözaltına alındığını duyurdular. Öncelikle, hepsinin henüz sadece "zanlı" olduğunu belirteyim. Ancak, bu "haber" medyada herkesin kendi konumuna, kendi ilişkilerine göre yer buldu. Çukurova Grubu'nun yayın organları "haber"i görmediler bile. Diğerlerinde ise, büyütenlerin bunu kendi pozisyonlarının türevi haline getirdikleri, mesela "Çukurova, Karamehmet" isimlerini özellikle vurgularken, medyada da var olan Doğuş Grubu'na ait bir bankada yönetici konumdaki avukatın isminin önüne o sıfatını koymadıkları görülüyordu. Belki, avukatın zanlı olduğu olay o grupla ilgisizdi ama sonuçta o sıfatı da mevcuttu ve bu görmezden gelinmişti. Bunun, "kişisel olan" ile "kurumsal olan" arasında ayrım yapmaya özen gösteren bir titizlik olduğunu varsayabilirdik; ancak, çok sayıda örnek öyle bir ilkenin özünde mevcut olmadığını göstermişti. Birkaç istisna dışında, her medya grubu, kendi kavgasının, kendi barışının, kendi ilişkisinin iştahı, kayıtsızlığı ya da korkusuyla davranmıştı.
*** Böyle bir ülke, medya, iş dünyası ortamında, "bilme, bilgilenme" hakkı havada kalır, tavada kavrulur. Gazeteciliğin; iş ilişkilerinin, dostlukların, düşmanlıkların, devletten beklentilerin rehinesi, uzantısı kılındığı ortamda, "haber, bilgi ve eleştiri" haklarının temel kanalı olması gereken bu meslek artık başka bir şeydir. Üstelik, halkı aptal yerine koyarken adeta kendisi de aptallaşarak. Çünkü, "iç sansür" nedenlerinin ve vesilelerinin çoğaltılmasına rağmen, "olan biten" tamamen gizlenemez ki. Bir olayın vuku bulması, haber değerini kazanması, sizin kendi kontrolünüzdeki bir yayında saklanmasıyla kaybolmaz ki. Elbette bunun toplu, eşgüdümlü örnekleri çoktur. Hele medya grupları arasında geniş barış olduğu ve neredeyse her birinin hükümetlerle uzlaştığı ya da emir-komutaya girdiği dönemlerde. Ancak bunlar gazeteciliğe itibar kazandırmamış... Tam tersine, gizlenen haberler itibarı eritirken, verilen haberlerde de hep o şahsi hesaplar aranır olmuştur.
*** Medya patronları, yöneticileri, siyasetçiler, iş dünyası, reklam verenler vesaire... Kısa vadede kendilerini kayıran, ayıran, koruyan... Kendi sesleri olan, kendi mücadelelerinin silahı kılınan... Ancak çatışma anlarında patlayabilen gazetecilik türünün, bu ülke, bu halk ve sonunda kendileri açısından da acı, ayıp, utanç dolu ve tehlikeli olduğunu düşünecek kadar olgunlaşmalılar. Körleştirilmiş gazetecilik, halktan sakladığını, kimine kıyak yaptığını, kimine dayak attığını zannederken, ülkeninki kadar kendi kuyusunu da kazan bir gazeteciliktir. Görme, duyma, bilme, konuşma, tartışma, doğruyu ve gerçeği arama hassalarını yitirmiş gazetecilik, kısa vadede karlı görünse de, uzun vadede kendi aktörlerini de körleştirir, aptallaştırır. Editoryal bağımsızlık, bildiğini okumak değil, bildiğini gizlememek, yazabilmektir. Meslek hayatı boyunca sansürlemiş, tırpanlamış, gizlemiş, manipüle etmiş "şef editör" müsveddelerinden alacağı hiçbir "Parmalat" dersi ve tavsiyesi de yoktur.
|