Denge, ahenk, hayat...
Hayatın "eksiltildiği" yerlerde hiçbir şey tam olmuyor. Tecrübeli insanların ağızlarından çok sık dökülen cümlenin "hayatın bir denge" olduğunu ifade etmesi boşuna değil. Denge, hayatın her alanını bir diğerine mahkum etmeden yaşamayı ifade ediyor olsa gerek. Hayata dair hiçbir şeyi bir diğerinin içinde boğmamak bunun başlangıç noktası. Denge bozulduğu anda, hayat hayat olmaktan çıkıyor, bir başka şeye dönüşüyor. Hayatın gerçekten hayat olup olmadığı, hayat olmaktan çıktıktan sonra anlaşılıyor çoğu kez.
*** Bir şeyi anlamadan yılları tüketmenin, hayatı değersizleştirenlerin neler olduğunu fark etmenin bedeli bir ömür oluyor. Öyle ya, çoğu romanın ya da filmin ortak ana fikri değil midir, "hayat başka yerde" diyecek duruma gelindiğinde, artık hayatı değiştirecek, dizginlerini ele alacak safhayı çoktan geçmiş olmak. Hayatı anladığı anda, hayatı bütünüyle ele almaya dair gücünü kaybetmiş pek çok kişinin biyografisi tanıklık ediyor buna. Bilgelik diyebileceğimiz yetenek, işin sırrının "denge" olduğunu söylüyor. Dengenin bozulduğu yerde, hiçbir şey kendisi kalamıyor artık. "Bir tel kopar ve ahenk ebediyen bozulur." Dengenin bozulması, hayatı hayat yapan şeyin iskeletini bozuyor.
*** Yeryüzünün herhangi bir yerine, denge nasıl bozuluyor diye bakmak yeterli pek çok şeyi görmek için. Denge, iktidar ilişkileri lehine, ama hayat aleyhine bozuluyor. Yeryüzünün zayıf ve geri bölgelerinde, toplumun gündelik hayatı, bambaşka bilgiler, müzik, kültür, sanat, sanki her şey ancak iktidar ilişkilerinin dolayımından geçerek hayat buluyor. Tarih yazılırken bile, insanların ve halkların ve gerçek siyasetin tarihi değil, yöneticilerin tarihi yazılıyor sadece. Yöneticilerin tarihi de, "küçük iktidar oyunları"nın "büyük hayat teorileri" gibi sunulmasından ibaret. Oysa biliyoruz ki, o iktidar ilişkileri, bu kadar dar koridorların çok ötesinde şekilleniyor. İnsanların yeme içme alışkanlıkları, eğlenme biçimleri, hikâyeleri, siyaset, hepsi bir bütünün parçaları. Hayat, bir başka bir şeye indirgenemeyecek kadar büyük. Hatta tek tek insanların her birinin hayat hakkındaki tasavvurlarının toplamından bile çok daha büyük bir şey. Gece gündüz iktidar ilişkilerinin konuşulduğu yerlerde ise, bu büyük zenginlikten mahrum akıyor insanlık nehri. İçinde hiçbir mineral ya da hayata can veren madde olmayan bir su kütlesi gibi. Tanımsız... "Toplumsal tarih" önemsenmiyor, böylece aslında "siyasi tarih" de doğru anlaşılamıyor. Siyasetin sadece dar iktidar ilişkilerinden ibaret olmadığı da anlaşılamıyor bunun için. Bir toplumun kendisi hakkında düşünmesi ya da bir halkın kendi kendisiyle ve insanlık ailesinin başka topluluklarıyla konuşması anlamında "yüksek siyaset" varolamıyor.
*** Yeme içme kültürüyle siyasi alışkanlıklar arasında bağ kuran, bu bağ üzerine zevkli ve önemli tesbitler yapan beyin zevki tadılamıyor. Çünkü denge olmayınca, tel bir yerden kopup da "ahenk" bozulunca, ne gündelik hayatta yapılan bir şey yerli yerine oturuyor, ne de siyaset gerçek yerini alabiliyor. Dengeyi aramadan ya da "ahenk"i gözetmeden, tek tek hiçbir şeyin kalitesinin yükselmesi mümkün değil. Tek başına ne siyaset, ne sanat, ne de ekonomi, bir başka şeyden bağımsız olarak gerçek konumuna yükselebilir. Müzelerin kalitesi ile siyasetin kalitesi arasında bire bir bağ vardır çünkü. Bozuk giden ne varsa, buna karşılık "ne yapmalı?" diye düşünülmeye başlandığı andan itibaren, önce dengeyi gözetmeli onun için. Denge olmadan, "hayatın hayat olması" mümkün değil. Ahenk yoksa, hayatın "pusula" sı da yoktur.
|