Umuda yolculuk?
Bush yönetiminin Irak savaşıyla Ortadoğu'ya yeni bir şekil vermek istediği kimsenin meçhulü değildi. Şimdilik Irak'ta çakılı kalmış gibi görünen bu projenin önemli hedeflerinden birisi İsrail-Filistin barışının da sağlanabilmesiydi. Yeni muhafazakarların sloganlarına göre Kudüs'te barışın yolu Bağdat'tan geçmekteydi. Şaron hükümeti de bu savaşın ardından Filistinliler'e Şaron ve benzerleri dışında kimsenin çözüm diye kabullenemeyeceği bir formülü dayatabileceği umudunu taşıyordu. Aslında daha uzun vadeli düşünenler açısından bu hesapların tutmaması ihtimali hep vardı. ABD'nin kendisinin yerleştiği bir bölgede, kendi adına güvenlik sağlayacak bir müttefike de pek ihtiyacı kalmayacaktı. İsrail'in stratejik öneminde de bir azalma olacaktı. Bundan daha önemlisi Irak savaşına gösterilen tepkilerin verdiği mesajdı. Bush yönetiminin beklentilerinin aksine, Kudüs'te barış gerçekleşmedikçe Ortadoğu'da bir yeniden yapılanma neredeyse imkansızdı. Kalıcı bir Filistin-İsrail barışı sağlanmadan ne bölgenin durulması, ne de dünya kamuoyunun yapılanın uzun vadedeki doğruluğuna ikna edilmesi mümkün görünüyordu.
Şaron'un barış planı yok Gerek komplo teoricilerinin gerekse İsrailli aşırı dinci/milliyetçilerin beklentilerinin aksine Ortadoğu'da ilk kırılma İsrail'den geldi. Thomas Friedman'ın New York Times gazetesindeki son yazısında da vurguladığı gibi, Irak'ın işgali bu ülkeyi İsrail açısından bir güvenlik tehdidi olmaktan çıkardı. Bu durumda da İsrail sağının işgalin sürmesi için öne sürdüğü nedenlerin en önemlilerinden birisi gündemden kalktı. İntihar saldırılarından bezmiş İsrail toplumu, üç yıla yakın iktidarın ardından Şaron'un gerçekçi bir barışı olmadığını anladı. Bu eğilimleri güçlendiren gelişmeler ise birbiri ardına yaşanmaya başladı. Temmuz ayında İsrail iç güvenlik örgütü Şin Bet'in eski başkanlarından Avi Ayalon ile Filistin'in önde gelen simalarından Sari Nusaybe'nin imzaya açtığı ve bugüne kadar Filistinliler ve İsrailliler'den 200,000 imza topladığı barış deklarasyonu geldi. Bu deklarasyona Paul Wolfowitz destek verdi. Ardından şahin kanattan İsrail Genel Kurmay Başkanı, Şaron politikalarının Filistinliler'deki nefreti arttırarak terörü güçlendirdiğini söyledi. Kasım ayının ortasında Şin Bet'in eski başkanlarından dördü, Şaron'un politikalarının ülkeyi felakete götürdüğünü birlikte deklare etti. 274 bin Filistinli'nin oturduğu Batı Şeria'nın yüzde 15'lik bir kısmını daha İsrail'e dahil edip 680 bin Filistinli'yi etkileyecek utanç duvarının bu haliyle güvenlik de getirmeyeceğini eklediler.
ABD'de "kıpırdama" var İki hafta önce eski bakanlardan İsrailli Yosi Beylin ile Filistinli Yasir Abed Rabbo'nun imzaladığı sanal Cenevre Barış Anlaşması ortalığı dalgalandırdı. ABD Dışişleri Bakanı Powell'ın hem Beylin-Abed Rabbo, hem de Nusaybeh-Ayalon ile görüşmesi, duvarın yapımında kullanılacak kredilerin bir miktarının kesilmesi ve yıllar sonra Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın İsrail'i politikaları nedeniyle kınaması, Washington'da da bir kıpırdama olduğuna delalet etti. Son olarak geçen hafta İsrail sağının güçlü isimlerinden Başbakan Yardımcısı Ehud Olmert, işgal altındaki topraklardan çekilinmesi gerekeceğini ve bunun tek taraflı olarak yapılmasını önerdi. Tüm işaretler Irak savaşının ardından İsrail'de Şaron politikalarının ülkeyi çıkmaz sokağa götürdüğü gerçeğinin giderek daha iyi anlaşıldığını gösteriyor. İsrail toplumunun yeni arayışlarına cevap verecek bir siyasi hareketin, içeride şekillenip şekillenemeyeceği meçhul. Filistinliler'in bu arayışlara tekabül eden bir siyasete yönelip yönelmeyecekleri de. Umuda yolculuk ise bunca hayal kırıklığından sonra ancak bu soruların cevabı alındığında başlayabilir.
|