| |
|
|
Selülitin kutsandığı çağ!
BELKİ de insanlar, yaşadığımız şu dönemde, diğer çağlarda olduğundan çok daha fazla vücutlarıyla ilgili. Sadece sağlık, tıp, hijyen açısından değil... Zayıf, ince, 'fit', sporla-jimnastikle şekillendirilmiş bir vücut neredeyse yüce bir değer olarak kabul ediliyor. Televole türü programlarda bir mankenin en büyük ayıbı külotunun ya da memesinin değil selülitlerinin görünmesi oluyor. Verilen ve alınan yağlar neredeyse gramı gramına takip ediliyor. Yağ en büyük kirletici! Peki her zaman böyle miydi? Yağlı bir vücut daima itici, kötü, nahoş mu addedildi? Hayır! Geçenlerde Türkçe'ye çevrilen 'Çatal Kültürü: Avrupa Mutfağının Kısa Tarihi'nde (Kitap Yayınevi) Giovanni Rebora bunun tam tersinin geçerli olduğu dönemlerden söz ediyor. Bakın 17'nci yüzyıl bu açıdan nasıl bir çağmış: "Yağ fışkıran her şey iyi kabul edilirdi. Rembrandt van Rijn (1606-1669) ve Peter Paul Rubens'ten (1577-1640) başka, İtalyan ressamları ve de tanınmış binlercesi de, selüliti adeta kutsuyordu. Şişmanlar güzeldi. Avrupa'nın her yerinde 'şişman' sıfatının olumlu anlamda kullanıldığı sayısız deyime rastlayabilirsiniz." Rebora zayıflığın iyi beslenemeyen köylüleri çağrıştırdığını... Şişmanlığın ise dönemin her türlü yiyeceğine ulaşabilen soyluları ve burjuvaları akla getirdiğini belirtiyor. İşte bu yüzden dönemin ressamları da kadınları kilolu, tombul, şişman, bol selülitli gösteren resimler yaptılar. Çağın 'fıstıklarını' böyle çizdiler. Bugün ise sadece iki tür yağa izin var: Biri zeytinyağı, diğeri balıklardaki Omega3... Diğerleri zehir! Hatta silah: Şişmanlık cinayetini işleyenlerin menfur suç aleti. Bu da işte hayatın bir başka dayatması!
|