Ecevit’in sır dolu mirası!
Bülent Bey artık bırakırken, siyasi hayatında, çoğunun aksine zıplatmadığı mal varlığını değil, hafızasını halka miras devretmeli. Deneyimleri, resmi anıları, hangi ülke lideri ona ne demişti türünden bir arşiv değil. Asıl önemlisi, iki dönem. Biri, 12 Eylül 1980 darbesinin öncesi. Ona, "Türkiye'de kontrgerilla var" dedirten dönem. Hani sonradan yuttuğu o sözü dedirten, onca insanın öldürülmesinden geçip Şili darbesi emsali üstünde yürünerek ABD'nin deyişiyle "Bizim çocukların darbesi"ne gelinen, kendisine suikast girişimleriyle de içine işleyen o dönem. Sadece tarihe belge değil, Türkiye'nin kendisini daha iyi tanıması, halkın kimler tarafından nerelere sürüklendiğini bilebilmesi, karanlığa vuran ışıkla önümüzün ve arkamızın görülebilmesi için zorunlu bir şahitlik... "Devlet adamlığı" ne denli güçlü bir susturucu olursa olsun, "halkçı" sıfatıyla halkın omuzlarında yükselmişliğin vefa ve veda borcudur bu. Kendi hafızamızın küllerini de deşerek, ona sorabilmeliyiz: "Bülent Bey; o günlerde olan neydi? Neden ve neye dayanarak öyle söylemiştiniz? Neden ve hangi baskılarla o tespitten vazgeçtiniz?"
***
Böylesi zengin bir bilgi ve tanıklık arşivinde başka çok mevzu vardır ama, ikinci tanıklık en yakın dönemden olmalı. 28 Şubat sonrasında, önce Yılmaz, sonra kendi başkanlığındaki koalisyonların tanıklığını halka açmalı Ecevit. Halkın oyları ve parlamento oluşumu dışında, hangi güçlerin bu sürece duhul ettiklerini anlatabilmeli önce. Sonra, "kendi dürüstlüğü"ne rağmen, bu dönemin neden ve nasıl en sıkı peşkeş, en azgın suiistimal, en arsız kayırma, en yırtıcı soygun süreci olduğuna tanıklık edebilmeli. Bize yardımcılarının marifetlerinden... Banka yamyamlıklarının ayrıntılarına... Kurdukları medya ittifakının rezilliklerine... Şimdi "darbe... ihanet" diye öfkelendiklerinin içyüzüne kadar çok şey anlatmalı. Bize, demokrat, milliyetçi, memleketsever, hayırsever, hukuk düşkünü... ve her neyse, iş dünyasının bazı isimlerinin, toplumun çoğunluğuna inat, hangi talepleri, hangi kayırmaları tatlı-sert ilettiklerini... Bize, etikçi, ahlakçı, gazetecilik allamesi medya dünyasının hangi şöhretlerinin kapısını neden, nasıl, hangi üslupla, ne tür talepler ve tehditlerle aşındırdıklarını, bilgisi dahilinde ya da gıyabında hangi tezgahlarda ne dokuduklarını, neler sipariş ettiklerini, ne karşılığında susup ne zaman "darbe ve ihanet" örgütlediklerini aktarmalı.
***
Bunları hafızasının derinliklerine, unutmanın boşluklarına, korkunun hücrelerine, Allah geçinden versin ama, ölümün sessizliğine gömmemeli. İntikam olsun, laf olsun, torba dolsun, ortalık karışsın diye değil elbette... Ama, halk bilsin, geçmişi anlasın, onları tanısın, geleceği görebilsin... O pespayelik enkazı üstüne hukuk, adalet, demokrasi otursun diye... Halk; tanıyarak, bilerek, tasfiye ederek bilginin, bilincin, aklın, vicdanın ördüğü kurumlarla huzur bulsun diye anlatmalı. Bilinemezliğin korkusu, şirret güçlerin oyunları, arsızlığın hükmü, namussuzluğun tahakkümü, sırların kuşatması sona ersin diye o tanıklığı yapabilmeli. Ve biz bugün de, yarın da arkasından diyebilmeliyiz ki... Şunu yaptı, bunu yaptı, iyiydi, kötüydü... Ancak, öyle bir final oldu ki, ortak aklımız başımıza geldi, gözlerimizin pası, kulaklarımızın kiri silindi, sessizliğin, duyarsızlığın, korkunun toplumsal felci çözüldü. Bunu yapabilir misiniz, o mirası bırakabilir misiniz Bülent Bey?
|