|
|
Lorant Denizli'nin izinde
Geçen hafta top oynarken, lifim attı. Bir hafta hafif antrenman yaptım, tekrar oynadım, aynı yerden bir daha attı. A.Gücü'ne gittim, bacağımı göstermeye. Bu sırada takımın antrenmanı yeni bitmişti. Ersun Yanal'la sohbet ettim. Aklıma bir şey takılmıştı onu sordum: "Fenerbahçe, o zamanki yönetici Hamdi Akın vasıtasıyla teklif getirdiğinde, Akın sana 'F.Bahçe'yi teknik olarak tanıyor musun?' diye sormuş. Ve sen onun önüne kalınca bir F.Bahçe dosyası koymuşsun."
"Erman hocam, bu olayın aslı şu" dedi ve yürümeye başladı; "Lütfen seni bizim bilgisayar odasına götüreyim."
Onlarca dosya ve kaset dolapların içinde duruyor. "Hocam, hangi takım hakkında bilgi almak istiyorsun? Hangileri ters futbol oynuyor, zayıf yerleri, kuvvetli yerleri, takım başlangıçları, top kayıpları, top çalmaları. Sana hemen söyleyeyim."
"F.Bahçe'de en fazla top kazanan kimler" dedim. Bastılar düğmeye "Johnson'la Ogün" dedi. "Peki en fazla top kaybı kimde" dedim, birinci Revivo çıktı. "Yalnız bir sıkıntım var" dedi. "Digitürk'ten bütün maçları alamıyoruz. Ancak aldığımız maçları işleyebiliyoruz."
Geleceğimiz aydınlık
Çizelgeler gösterdi, Türkiye Ligi'ndeki tüm takımların bütün varyasyonları var. En beğendiğim yönü de "Erman Ağabey. Bütün bunlar veriler. Rakiplerimiz için önemli göstergeler. Ama futbol öyle bir oyun ki, bazen bu verilerin de ters çıktığı oluyor. Onun için biz elimizden gelen hazırlığı yapıyoruz. Ama maçlar, bazen verilere göre de bitmiyor."
Ersun Hoca cin gibi. Belki de bu soruyu ona yönelteceğimi hissetti. Böyle gençleri görünce Türk futbolunda daha iyi günlere gideceğimizi düşünüyorum. Hoşuma gidiyor.
Bir gün sonra Lorant'ın gazetelerde açıklamalarını okuyorum, "Bize 'kötü oynuyor' diyorlar. Katılmıyorum, biz iyi oynuyoruz." Vay maşallah sana Lorant. İşte işin en tehlikeli yanı da bu. "İyiyim" diyorsan artık bir çaba göstermeye gerek yok, sorun da yok demektir. Mustafa Denizli de "Biz iyiyiz" diye diye gitti. Lorant da aynı çizgiye çabuk geldi. Bu Alman da süratle bozulma sürecine girdi. Malatyaspor'dan da gerekli tokadı yedi. Almanya'da çok iyi hocalar, zaten kulüp çalıştırıyorlar. Ya da kokain çekip, Türkiye'ye geliyorlar. Nasıl bağırıyordu Beşiktaş seyircisi, "Esrarı da çekeriz, şarabı da içeriz, Beşiktaşlıyız biz, adamı dikeriz." Sonunda düşünüyorum da biz mi adamları dikiyoruz, adamlar mı bizi?.. Bu tartışılır.
Milli marşı gölgede bırakan pankart
İnönü Stadı'nda oynadığımız Azerbaycan milli maçındaki Protokol Tribünü krizinde Bakan Fikret Ünlü'nün yanına Ordu Komutanı geliyor, "Sayın Bakanım. Niye bando karşı tribünün önünde" dediğinde, Ünlü olayı izah ediyor. Bunun üzerine komutan yaverine emri veriyor "Git söyle. Bando buraya gelsin." Yaver fırlıyor, santraya doğru gelirken İstiklal Marşı başlıyor. Yaver selama çakılıyor. Olay sonra orduda soruşturmaya kadar varıyor. Yaver, İstiklal Marşı'ndan önce bandoya varabilse olay hallolacak.
Bunu niye yazdım? Pazar günü Şükrü Saracoğlu Stadı'ndayım. Bizim naklen yayın spikerinin olduğu yerden maçı seyrediyorum. İstiklal Marşı başlamadan iki dakika önce Şeref Tribünü'nün altında bir pankart açılıyor, "Sandıkta görüşürüz Mesut Bey" diye... İçinde ince bir hiciv olan, esprili bir pankart. İstiklal Marşı başlıyor, herkes hazırolda... Polisler de selamda.
İşte bizim polisle asker arasındaki disiplin açısından fark burada başlıyor ve bitiyor. Bir grup polis, pankarta doğru hareketleniyorlar, bezi aşağı doğru çekip almak için... Aynen ip çekme oyunundaki pozisyon doğuyor. Bir tarafta polisler, bir tarafta F.Bahçeli seyirciler. Allah var, pankart çok sağlam bir bezden yapılmış. Bir türlü yırtılmıyor. Yani bizim seçim sandıklarından daha sağlam bir bez. Bu sefer 55 bin kişi tepki koymaya başlıyor. İstiklal Marşı da bu karambolda arada kaynıyor. Bu sefer 55 bin kişiyle 15-20 polis karşı karşıya kalıyor. Bu kadar tepkiyi yiyen polisler, teker teker bezi bırakmaya başlıyorlar. Ve sonra tamamen terkediyorlar, yerlerine dönüyorlar. Bu olayı gözlerimle izledim. Hayretler içinde kaldım. İstiklal Marşı başlamış, hazırola geç, selamını ver. Bizim herşeyimiz olan İstiklal Marşı bitsin, sonra eyleme geç. Yangından mal mı kaçırıyorsunuz?
Polise eğitim şart
Yıllardır bu statlara ne pankartlar asıldı, hâlâ da asılıyor... Polis önünden geçiyor, bir de dönüp okuyarak gülüyor. Pankartların indirilmesi için ille siyasilerden ve özellikle iktidardaki siyasilerden birine mi yazılmış olması gerekir.
Aslında polis teknik olarak böyle bir işleme girmese, belki de pankart bu kadar dillenmeyecekti. Demek polise, özellikle ve şiddetle psikolojik eğitim şart. Şu anda polis teşkilatındaki en büyük noksanlık bu gözüküyor.
Federasyon demokrasisi
Dün, giyim sponsorumuz Sarar'dan çıktım. Gazeteye doğru yürüyorum. Düzgün giyimli ve düzgün konuşan birisi, önümü kesti. "Ben G.Saraylı'yım. Sizi de beğeniyorum. Ama ne olursunuz G.Saray'a fazla vurmayın" diyerek başladı. Dinledim; "Bizim takım Trabzon'da oynasaydı, Mondragon'la Ayhan sakatlansaydı ne yapardık? Zaten orta sahamız sakatlıklardan çöktü. Şampiyonlar Ligi'ndeki rakiplerimizin kadroları çok geniş. Ne var yani iptal edilmişse" dedi. Daha cevap vermeme fırsat kalmadan caddede dükkanların birinden birisi çıktı, "Ne diyorsunuz kardeşim" dedi. "Her şeyi döner gibi kendinize kesiyorsunuz. Bizim Beşiktaş geçen yıl Barcelona ile oynarken, çok istediğimiz halde maçımız niye tehir edilmedi?"
İşte beyler. Söylemek istediğim bu. Bir gün birine, diğer gün birine... Bu bir sistem işidir. Çizgileri belirlersin, belli prosedürde yürürsün. Yarın kimse de konuşamaz. Ama derebeylik gibi, padişahlık gibi, seçimle geldiğin yerde, yani "Demokrasi var" denilen yerde diktatörlük yaparsan olacağı bu. Bizim Futbol Federasyonu'nda da demokrasi var, hem de sapına kadar. Nitekim sonunda başkanın dediği oluyor!
Prostatla savaş!
Beyoğlu, İstanbul'un eğlence merkezi olma yolunda hızla ilerliyor. Etiler'in, Boğaz'ın eğlence yerleri, neredeyse artık 'out' oluyorlar. Beyoğlu'nda 5 milyona da eğlenip bir gece geçirebilirsiniz, 100 milyona da... Her türlü alternatifi olan bir yer. Ara sokaklar yavaş yavaş hapçılardan, tinercilerden temizlenmeye başladı. Her yerde sivil polis var.
Sıraselviler'deki taksi terörü, bazı geceler güzel alınan tedbirlerle önleniyor, arada bir polis boş bırakıyor, 10 dakikada olanca hızıyla terör hortluyor. Çıldırmak işten değil. Önünde taksiyi görüyorsun, adam eğilip senin gözünün içine bakarak, kornaya basıyor. Yani seni aptal yerine koyuyor. "Boşum abi, binmek istiyorsan gel" demeye getiriyor. Ne de olsa koskoca sarı taksiyi göremiyoruz. 5-6 taksinin boş olduğunu göstermek için kornaya basması, sinir sistemlerini ne hale getiriyor, bir düşünün. Alın elinize gizli bir kamera pozisyonları çekin, geri alıp oynatın, dizi film olur.
Son zamanlarda bir başka kötü görüntü de gece yolda yürürken, önüne gelen köşebaşında duvara işemeye başlıyor. Nasıl engellenir bilemem. Sidik kokusu, bazen burunları rahatsız etmeye başladı. Şöyle bir düşündüm, belki de İstanbullular'a haksızlık yapıyorum. Çünkü bu konuda yaşadığım en pis şehir Paris. Metrolara çişini yapanlar, yollara, parklara çişini yapanlar, şu anda İstiklal Caddesi'nde yapanların 20 misli. Doktorlar, "Bu mereti fazla tutmayın, tutarsanız prostat olursunuz" diyorlar. Herhalde bizimkiler de sevgili doktorlarımızın bu ikazlarını hemen yerine getirmeye başladılar.
|
|
|
|