Onların bir daha yaşanacak hayatları olmayacaktı. Öpemeyeceklerdi analarını ve babalarını, kardeşlerini ve eşlerini. İhtimal ki, bağımsızlığa ve Cumhuriyet'e hasret gitmişlerdi.
250 bin kişiydiler, geride 18 Mart'la bu toprakları bırakıp gidenlerdi onlar... Sadece onlar değildi o topraklar için hayatları pahasına savaşanlar. Bedenlerinin bir parçasını bırakanların sayısını tam olarak kimse hesaplayamadı.
Kolları yoktu, bacakları yoktu... Ve olan sadece yaşama azimleriydi. Mesela Mülâzımevvel Nazar Hasan Tursun Bey, mesela "Tekkollu Cemal" Bey... Biri Çanakkale'den, diğeri Harb-i Umumi'den...
"Siperlerimiz hallaç pamuğu gibi atılıyordu. Ölüme nasıl direndiğimizi sözle veya kalemle anlatmak mümkün değil. Ön hatlar devamlı olarak eriyor, yerine bıyığı bitmemiş yedekler ileri hatlara sürülüyordu. Birinci Kirte Savaşı'nda 3 Mayıs gecesi Soğanlıdere'de düşmana saldırmıştık. Bir anda sol tarafımı kavurucu bir sıcaklığın kapladığını hissettim. Kendime geldiğim zaman bana 20 yıl hizmet eden kolum artık yoktu. Ama başkalarının kaybettikleri yanında benim kolum neydi ki?"
Hasan Tursun Bey bu anlatımı yapan binlerce kişiden biriydi ve ülkesine hizmete devam etmek için iki kollu olmak gerekmediğini hem Birinci Dünya Savaşı, hem de Milli Mücadele'de göstermişti. Milli Mücadele'de ise yüzbaşı rütbesi ile kışlalar kumandanıydı.
Sol kolu yoktu ama kalbi vardı onun. Malul Gaziler Yurdu'ndaki bir sohbet sırasında bu gerçeği algılayabilecek bir kadınla evlenmek istediğini, yine kendisi gibi savaş malulu olan Cemal Bey'e anlatmıştı. Eş olarak tavsiye edilen hanımefendinin yani Afife Hanım'ın, Cemal Bey'in kızkardeşi olduğunu nikaha az bir zaman kala öğrenmişti.
Damat ve kayınbirader kollarını cephelerde bırakmışlardı ama olmayan kolları, onları hayat savaşında "tek bir yumruk" yapacaktı. "Tekkollu Cemal", döneminin şans dağıtan ve nice insanı zengin eden milli piyango bayii olarak tanınmıştı.
Ama o ve Hasan Tursun gibi bedeninden parça veren, yürek zenginleri olarak 18 Mart'larda hep hatırlanacaklardı.
Yarın 18 Mart, hatırlayınız onları...
Türk tabyaları sessiz. Gizli seyyar toplar yağmur gibi yağıyor...
General Hamilton, Çanakkale hatıralarında 18 Mart 1915 tarihinde şu satırları düşmüştü:
"Phoeton gemisindeydim. Sabahın dördünde Bozcaada'dan demir aldık. 6.00'da Limni Adası'na vardık. Bütün donanma burada demirlemiş, emir bekliyordu. Teke Burnu yakınlarında Boğaz'a girmiş olan gemilerimizin müthiş salvaları, gökleri titretiyor. Alçıtepe alev ve duman içinde... Heyecandan titriyoruz. Bir mil daha ilerledik. Cehennemi bir ateşin içindeyiz. Yüzlerce mermi havada ıslıklar çalıyor. Kulakları sağır eden bir gürültü. Türk tabyalarından ses yok. Fakat gizli seyyar topların mermileri hem Rumeli, hem Anadolu sahillerinden yağmur gibi tepemize yağıyor.
'Queen Elizabeth' zırhlısını görüyorum. Her tarafımızda su sütunları havalara fışkırıyor. Neredeyse birkaç tanesi güvertemize çarpacak. Bizim gemi birdenbire şiddetle sarsıldı. Olduğumuz yerde bir topaç gibi dönerek Inflexible'ın bordosuna doğrulduk. İşte tam bu arada Türkler'in dört mermisi birden eski bulunduğumuz yere düştü. Türkler'in topçu ateşi devam ediyordu. Bu arada Queen Elizabeth'ten Ocean'a gönderilen bir telsiz emrini zaptettik. Kruvazörün derhal yedeğe alınmasını bildiriyordu. O da bir talihsizliğe uğramış bulunuyor."