Bunları niye anlattım. Dünyayı farklı bir boyutta ve derinlikte kavrayan insanların varlığını ve bu dahilerin ortalama insan zekâsıyla kavranamayacak kadar büyük ölçeklerde gezindiğini anlatmak için.
Gündelik kurnazlıklarla ve para/iktidar ihtiraslarıyla açıklanamayacak bir boyuttur bu.
Çetin Altan da böyle farklı bir boyutun ve namusun adamıdır.
Dünyaya düşünmek ve yazı yazmak için gelmiş insanlardan birisidir o.
20'nci yüzyılda Türkiye ve dünya üzerine en çarpıcı gözlemleri ve soruları geliştirmiş olan ender düşünürler arasındadır.
Keşke Noam Chomsky, tanışmak onuruna eriştiği Çetin Altan derinliğinin daha çok farkına varma fırsatı bulsaydı; ya da toplantıyı düzenleyenler i'lerin noktalarını koymayı bilselerdi.
Çünkü Chomsky'nin Çetin Altan'dan dünya ve insan üzerine öğreneceği çok şey vardı.
İspanyollar'ın ünlü filozofu Ortega y Gasset, düşüncelerini gazete yazıları aracılığıyla aktarırdı.
Aynen Çetin Altan'ın yarım yüzyılı aşan bir süredir yaptığı gibi.
Bu ülkede orta yaş kuşağından olup da Çetin Altan'ın yazılarından etkilenmemiş, onun sorduğu soruları sormamış bir tek ciddiye alınacak adam yoktur.
Bugünün gazetecileri ve köşe yazarları da dahil olmak üzere herkes, Çetin Altan Üniversitesi'nden geçmiştir/geçmektedir.
Ortega y Gasset'in felsefeye yaptığı en özlü katkı şu cümleyle özetlenir: Ben, kendim ve çevremin toplamıyım. Bu, önemli ve üzerinde çok durulmuş, araştırmalar yapılmış, kitaplar yazılmış bir sözdür.
Çetin Altan da elbette salt kendisi değil; kendisinin ve çevresinin; yani medyanın, politikanın, ekonominin, kültürün kısacası Türkiye'nin toplamıdır.
Çetin Altan artı Türkiye!
İşte maceranın en can alıcı bölümü bu noktada başlıyor.
Çünkü Çetin Altan, Türkiye'nin nasıl yağmalandığını gördü.
Çürümenin, yozlaşmanın, yolsuzluğun, beyinsel fukaralığın, kabalığın, negatif seleksiyonun, dünyadan dışlanmanın, evrensel değerler sistemine sırtını dönmenin, kurnazlığı zeka ile karıştırmanın çetelesini tutmak zorunda kaldı.
Ve hep "Böyle olmayabilirdi!" diye düşündü.
Türkiye'nin önündeki arazide gömülü mayınlara tek tek dikkat çekmeye çalıştı.
Hani Nazım'ın bir şiirinde kaleyi bekleyen nöbetçi bir okla vurulur; Nazım "Ve ben yaklaşan düşmanı haber veremeden öldürülmenin acısını düşündüm." der ya; Çetin Altan'ın "Dertleşme" yazısın okurken ben de o okun temrenindeki zehiri etimde kemiğimde duydum.
Çünkü giderek yalnızlaşan Türkiye'dir; Çetin Altan değil!