Yani...
"Ya erkek, ya da kadın... İkisinden biri cerrah ya da cellatdır; ötekiyse hasta veya kurban!"
Aslında aldatmayız da kendimizi bu konuda.
Pencereyi açıp güzel aşk havasını içeri aldığımız günlerde bile, "arka odalara" gittiğimizde bu gerçeği biliriz... Sadece ikide bir gözümüze sokulmasını istemeyiz.
Kriz anları, ilişkinin tökezlediği dönemler hariç "Kim daha çok, kim daha az aşık?" sorusunun aklımızı kurcalamasını hoş bulmayız.
Yoksa eğriye eğri, doğruya doğru!
Peki bir rol paylaşımı mıdır bu?
"Sen cerrah ol, ben de hasta; ameliyat et beni ki, aşk olsun!"
Böyle midir?
Sanmam!
Aşka, bir sahne oyunu gibi önceden hazırlanılmaz ki!
Veya bir evlilik organizasyonuyla aynı şey değildir ki aşk!
Evlilikler için görücüye çıkılır ama kim aşk için görücüye çıkmış. Tam tersine bazen iyice "görünmemeye" çalışırsınız da, yine de gelip kapınızı çalar aşk!
Yani adına sosyal hayat dediğimiz şey aslında bir sahne oyunudur, resmen tiyatrodur ki, roller orada paylaştırılır, aşkta değil.
Bu yüzden aşıklardan birinin cerrah, ötekinin hasta olması, birinin daha çok, ötekinin daha az aşık olmasını, "rol" paylaştırımı olarak görmek ciddi bir hata olur.
Aşk bir çarpışmadır...
Biri biraz daha sağlam kalır, öteki biraz dağılır, ufalanır.
Aşk bir trafik kazasıdır...
Birinin burnu bile kanamaz; ötekinin uzun süre eli ayağı tutmaz.
Aşk bir danstır. İki kişilik... (Yine de seyircileri unutmayın; alkışlarını veya yuhalarını!)
Bedenler birbirine yapışmıştır; ruhlar sarılmıştır. Ama biri uçar gibi salınır, sallanır. Öteki kaskatı kesilir, zor kıpırdar ayakları.
Öyle işte!
Peki neden öyle?
Aşk sahne oyunu değildir. Tamam! Onun hazır bir oyun metni, provaları, rolleri yoktur. Doğru!..
Fakat bir başka türlü hazırlığı vardır aşkın...
Bütün duygusal deneyimlerimiz, geçmiş sevinçlerimiz, geçmiş hüzünlerimiz... Hepsi aşık olma biçimimizi belirler.
Çocukken veye ergenliğimizde... Veya gençlik deneyimlerimizde...
Ne zaman güvendiğimiz karlara dağ yağmışsa, o zaman bir çentik atılıvermiştir gelecekteki aşık kimliğimize.
Ne zaman en kırgın olduğumuz anda sevecen bir yaklaşım yüreğimizi aydınlatıp bizi teslim almışsa, o zaman bir çentik daha atılmıştır gelecekteki aşık kimliğimize.
Böyle böyle oluşur aşktaki yerimiz ve kimliğimiz.
Böyle böyle belirlenir kurban mı cellat mı, hasta mı cerrah mı olacağımız...
Diyeceğim şudur:
Aşık olarak kadere başkaldırırız!
Ama... Kendi çarmıhlarımızı aşkın yüce tepesine kadar da sırtımızda taşırız.
Hiçbirimiz kendi tarihlerimizden bağımsız değiliz çünkü.