Sadun Aren 80 yaşına girmiş.. Gazeteler, 60'lı yılların efsane adamını unutmamışlar..
Sadun Aren, Türkiye'nin kaderini o yıllarda hem de nasıl yönlendiren ünlü hocasıydı.. Bu ülkede, popüler sosyalizmin gerçek lideri, kurucusu.. Aren'den önce sosyalizmden öcü gibi korkulurdu.. Konu fısıltı ile yer altında konuşulurdu. Aren sosyalizmi sevimli yapan, sevdiren adamdır..
Çekirdek, hocalık yaptığı Mülkiye idi.. Mülkiye'deki öğrenciler.. Onlar yurda yayıldılar ve Aren öğretisini yaydılar.
Ben o yılların Mülkiye öğrencisi idim. Sadun Hoca'da hiç okumadım.. Bizim hocamız Aydın Yalçın'dı.. Fakültede Aren'in kutbu, liberalizmin lideri, Adam Smith'in sözcüsü Aydın Yalçın..
İnek bayramlarında Sadun Hoca ile dalga geçerdik.. "Seha gibi (Meray) kırıtsak, yoksa Sadun gibi sırıtsak mı" diye Sadun Hoca gülerdi, ama Aydın Hoca taşlarımıza fena halde kızardı mesela.
Sol fikirler kafamıza daha mı yatmıştı, yoksa Aydın Yalçın, okulun en sevimsiz, buna karşılık Aren, en cana yakın hocası olduğu için mi solcu olmuştuk sorusuna yanıt veremem..
Konum zaten bu değil..
O zamanın Mülkiyesi efsane idi.. 27 Mayıs'ın fikriyatını hazırlayan bir efsane..
O zaman üniversiteler efsaneydi zaten.. İstanbul Üniversitesi, 27 Mayıs'a giden yolların döşendiği yer olmuştu.. Başta rektör Sıddık Sami ile.. Hıfzı Veldet ve ötekilerle..
O zamanlar üniversiteler ve hocaları, ülkenin tüm sorunları ile ilgili konuşurlardı.. Hepsi birbirinden ünlü bu profesörlerin konuşmaları, gerektiğinde fakültelerin ve üniversitelerin açıklamaları, doktrin oluştururdu. Baskı unsuru olurdu. Sadece kamuoyu oluşturmakla kalmaz, yapılması, ya da yapılmaması konusunda doğrudan etkilerdi kurumları..
Ülkede bir sorun çıktı mı, çözülemedi mi, gözler üniversiteye çevrilirdi.. Ordan ne açıklama gelecek diye..
O zaman yürekli, korkusuz hocalar vardı.. Kellelerini kessen düşündüklerini çekinmeden açıklayan.. Karakola çekilir, işkence görür, ama gene susturulamazlardı. Yeri gelince cübbelerini giyer, yollara düşer, tepkilerini halka mal ederlerdi..
O zaman hocalar, üç otuz para maaşla çalışan, orta sınıfın altındaki insanlardı. Çoğu okula otobüsle gelirlerdi..
Yani kaybedecek birşeyleri yoktu, onurlarından başka..
Bir de bugüne bakın.. "Acaba ne diyecek" diye fikri merak edilen, Bakanlar Kurulu, Meclis'e kadar etkili olan, sözleri doktrin yaratan kaç hoca adı sayabilirsiniz bana..
..Ve şimdi susan üniversiteler var.. Fikir özgürlüğü 50'ler, 60'lara göre en az bin misli geliştiği halde..
Bugün ne efsane okul kalmış, ne efsane hoca..
Neden?..
Bugün üniversite hocaları zengin, bugün artık kaybedecek çok şeyleri var ondan mı?.
Bugün "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" deyip oturdukları yerde oturmayı mı tercih ediyorlar artık?..
Örnek vereyim..
Kadıköy'ün girişindeki ana arterin üzerine, her türlü şehircilik kuralları ihlal edilerek bir stadyum yeniden inşa edildi. 40 bin kişilik yapıldı. Şimdi 60 bine çıkarılacak..
Kadıköy halkı kıyameti koparıyor, ama sesini duyuramıyor.. Çünkü Fenerbahçe popülizmi, medyayı bağlamış.
Peki İstanbul Teknik Üniversitesi'ni bağlayan ne?..
Böyle bir örneğe ses çıkarmayan üniversite, öğrencilerine neyi, nasıl öğretecek de inandırıcı olacak?.
Dünyanın hiçbir ülkesinde izi kalmayan sokak köpekleri, Türkiye'ye hala bir ortaçağ, hala geri kalmışlık görüntüsü veriyor. Halk sağlığını, çocukların ruh sağlığını ve Türkiye'nin en büyük ekonomik kozu turizmi tehdit ediyor.. 30-40 çaçaron kaymakamlık, vilayet, belediye önlerinde Tv şovları yapıp etkili olurken, üniversitelerimizden çıt çıkmıyor..
Yargı erkine güveni sarsan bir tartışma yaşadı, Türkiye.. Yargıçların trafik suçu işleme dokunulmazlığı var söylemi çıktı. Trafik polislerinin yargıçlara ceza yazmayacakları açıklandı. Yargıç hız yapabilir, ters yola girebilir, kırmızıda geçer, kavşakta park eder ve trafik polisi selam durur. Ceza yazmaya kalkan tutuklanabilir, hatta mahkum olabilir..
Kamu vicdanı böyle bir ayrımı kabullenir mi?..
Peki nerde bu ülkenin anlı şanlı hukuk fakülteleri?.. Neden tek bir okuldan, tek bir hocadan açıklama gelmez?. Neden, üniversitelerimiz Üç Maymunlar'ı oynar?.
"Görmem.. Duymam.. Söylemem.."
1960'ın Siyasal Bilgiler Fakültesi, komşusu Kurtuluş Lisesi'nden çok az farklıydı, yerleşim olarak.. Bugün Anadolu'nun dört bir yanına yayılmış, Amerika'daki benzerlerine taş çıkartan kampüsler var..
Yerleşim çağı aşarken, hocalar ve üniversiteler 1950'lerin çok gerisine düştüler..
Neden?..
Mesele, sansürün Büyük Adam, Küçük Aşk filmini bugün yasaklaması değil, o gün nasıl olup da izin verdiğidir.
Sansür tatsız bir sözcük, ama sinema, televizyon ve günümüzde internette şart. Tartışmaya gerek dahi yok. Dünya üzerinde bu konularda sansür uygulamayan tek ülke yok. En demokratından en tutucusuna..
Büyük Adam, Küçük Aşk, rencide edici bir filmdi.. Doğuda terörle savaşırken şehid olanlar, organlarını kaybedip eksik kalanlar ve aileleri için rencide edici bir filmdi. Bu ülkenin güvenlik güçlerini, fevkalade rencide edici bir filmdi.. Ve de çok ırkçı, çok faşist bir mesajla sona eriyordu:
Birbirlerini ne kadar severlerse sevsinler, birbirleri için ne kadar fedakarlık yaparlarsa yapsın, Türkler'le Kürtler bir arada yaşayamaz, çünkü damarlarında farklı kan akıyor!.
Bu filme Kültür Bakanlığı destek verdi. Bu filme Kültür Bakanlığı gösterim izni verdi. Bu filme Kültür Bakanlığı Oscar yarışmasında Türkiye'yi temsil hakkı verdi..
O zaman Gece Yarısı Ekspresi'nin, Egoyan'ın kendi gelmeden kıyameti gelen Ararat'ının günahı ne?.. Bakan, Bakanlığın kandırıldığını, gözlerinin yeni açıldığını söylüyor.. Güler misin, ağlar mısın?.
1980'lerde İstanbul'a taşındığımda tanışmıştım Kuzu Elbasan Tava ile.. Divan Yolu'nda bir Osmanlı Lokantası vardı, Çınar.. Bizim Erkekçe Dergisi'nden 50 metre ötede..
Ali (Kocatepe), Mehmet (Yılmaz, arada bir de Y. var) Mustafa (Eren) ile her öğle giderdik, yerdik.. Müthiş bir lezzetti.. Sonra Levent'e taşındık.. Sonra Çınar da yok olmuş zaten..
Geçen hafta Güven'e uğradım.. Hani, Elmadağ'da, işyerlerine servis (Take out) için kurulmuş, minik şirin dükkan.. El değmişken, orayı da Tabldot yapmıştı Güven.. 3 kap yemek 3.5 milyon lira..
Bu ülkenin en önde gelen gurmelerinden Güven.. Ve de Koç'ta yetişmiş en titiz yönetici..
3.5 milyon liraya nasıl bu kadar temiz ve bu kadar lezzetli olunur bilmem.. Civarda bir salata yenen parayla üç kişiyi doyurmak..
"Türkiye pahalı" diyenler beri gelsin.. 2 dolara tatlısı, tuzlusu ile yemek yenen bir başka ülke biliyorlar mı?.
Neyse..
Güven önüme bir yemek koydu, sürpriz..
Kuzu Elbasan Tava..
Dünyanın en lezzetli, ama en zor yemeğidir. Tam yapamazsanız rezalet olur..
Parmaklarımı yedim..
Şimdi yarını bekliyorum, heyecanla.. Pazartesi haftalık listeyi faksladılar. Perşembe Kuzu Elbasan Tava varmış..
(Telefon: 0212 291 66 76)
Profilo'da Uygurlar'ı seyrettim, pazartesi günü.. Size müjde.. Jak Bey (Kamhi) ile konuştuk.. Genişleyen alışveriş merkezine iki tiyatro salonu daha geliyor. Biri kabare, biri normal..
Uygur ailesi oynuyordu.. Baba Nejat, oğullar Behzat ve Süheyl!..
Kodum mu Oturturum, oyunun adı.. Kendisi ne?.. Boş verin..
Güldüm, güldüm, güldüm..
Bu Nejat Uygur tiyatrosu değil.. Bu Behzat'la Süheyl'in şovu da değil.. Bu başka bir şey.. Bu alabildiğinde absürd, absürdizmin doruğunda bir tiyatro.. Benzeri yok.. Uygurlar'a has..
Yanımda Okan Bayülgen.. Sahnedeki şovu çalmamak için seslerimizi kısarak gülüyoruz..
İşin güzeli ne biliyor musunuz?..
Sahnedeki birbirinden güzel kızlar.. O da var da.. Asıl güzeli..
Tiyatro son koltuğuna kadar dolu.. Bu ülkede medya için Tiyatro diye bir olay yokken, hele hele bu oyun için iki sütunluk minicik bir paralı reklam dışında tek satır yayınlanmamışken salonun böyle dolu olması harika değil mi?.. Medya dileriz uyanır ve dileriz bu ilginin de tiraj, reyting işareti olduğunu fark eder..
Uygurlar, oyunları ile İstanbul içinde turne yapıyorlar.. İzleyin.. Sizin oralara geldiklerinde kaçırmayın.. Kendinize bir gülme teneffüsü verin..