Türbe ziyaretleri, adak adama ve türbede tuz-şeker dağıtmanın dinimizdeki yeri nedir?
Dinimizde özel türbe ziyareti diye bir şey yoktur. Mezar ziyareti vardır. Ölmüşlerimizin mezarını ziyaret edebiliriz. Diğer büyük insanların, âlimlerin ve kahramanların, diğer değerli tarihi şahsiyetlerin de mezarını ziyaret edip onlara dua edebiliriz.
Birçok konuyu çığırından çıkardıkları gibi, büyük insanların mezarlarını ziyaret etmeyi de çığırından çıkarmışlardır. Mezarda yatan adam için dua edilip, Allah'tan onun için af ve rahmet talep edilir. Şimdilerde ise, mezardaki adamdan yardım bekliyorlar. Mezar taşına el sürüyorlar, ondan bir şeyler bekler gibi davranıyorlar. Gerçi o insanların hiçbiri o ölüden bir şey istemiyorlar, yine Allah'tan istiyorlar ama, sergilenen görüntüler hiç hoş değildir. Bu mezarda yatan bilmem ne babanın hatırı için şu dileğimi kabul et Allahım diyorlar.... Fakat, o babanın Allah katında hatırlı bir kimse olup olmadığını hiç de bilmiyorlar. Mezar başında tuz ve şeker dağıtmak bir fanteziden başka bir şey değildir. Eski dönemde tuz ve şeker dağıtmak sevaptı, çünkü bu maddeler azdı, bir insana bir avuç şeker veya tuz vermek büyük bir hayır idi. O devirler geçti, hayır artık öyle olmaz, yaparsanız bir gelenek veya fantezi olmaktan başka bir anlam taşımaz. Yararlı hayır yapmak gerekir...
Kur'an'da şifa ayetleri varmış doğru mu? Doğru ise hangi ayet hangi hastalık için şifadır?
Kur'an-ı Kerim'de şu ayetler hastalık için şifa ayetleridir diye hiçbir beyan mevcut değildir. "Biz Kur'an'da öyle ayetler indiriyoruz ki, müminler için şifa ve rahmettir" anlamına gelen ayet var. Burada geçen şifa hastalıklara karşı derman ve ilaç anlamında değil, mecaz olarak yararlıdır, kurtarıcıdır, karanlıktan aydınlığa çıkarıcıdır gibi manalara gelir. Bir de Cenab-ı Hak Kur'an ile ilimleri emretmiştir, bu ilimlerin içinde tıp ilmi de vardır.
Müslümanlar hastalandığı zaman doktora gitmeli ve ilaca başvurmalıdır. Doktor, tıp ilmi ve ilaçlar da Allah'ın ihsanıdır, nimetidir. Kur'an-ı Kerim'in bazı kelimelerini tekrarlamakla veya yazıp sonra ezip suyunu içmekle bir hastalığa şifa elde edilemez. Din böyle değildir. Böyledir denirse yalan olur.
Eşim içkili restoran işletiyor. Haram karışıyor. Benim namazım, orucum kabul olmaz mı? Eşimin işinden dolayı ben günah kazanır mıyım?
Öncelikle şunu vurgulayalım: Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenmez. Bu Kur'an'ın açık beyanıdır (Enam Suresi: 164). Diyelim ki eşiniz bir günah işliyorsa onun vebali kendisine ait kalır. Ailesine, çocuklarına da o günah yazılmaz.
Bir diğer husus, günah kavramı insanlarla ilgilidir, maddeyi işleyenle sınırlı kalır, maddeye, paraya günah geçmez. Haramdan, mesela hırsızlıktan kazanılan bir para onu o günah yoldan kazanan kimse için haramdır. Ama o kişi o hırsızlık parayı işçisine ücret olarak verir veya ailesine mutfak masrafı olarak harcar ise, o işçiye ve aileye helâl olur. Günah günahı işleyenle sınırlı kalır, kimse bir başkasının günahını yüklenmez. Bu, kutsal kitabımızın hükmüdür.
Eşinizin içkili lokanta işletmesine gelince, o noktada şüpheler vardır.
Bakara Suresi 219. ayette içkide halk için birtakım yararlar vardır, birçok da kötülük, günah vardır. Günahı yararından büyüktür anlamında beyan vardır. Buradaki söz konusu yararın ticaret olduğu öncelikle hatıra gelmektedir. Dolayısıyla içkinin ticareti helâldir. Mesela bolca içki yapsak da Hıristiyan ülkelere satsak, bundan bol para kazansak, caiz olur mu? El cevap olur. Dolayısıyla, içkiyi içip sarhoş olmak haramdır, ticaretini yapmak helâldir.
Diğer bir görüşe göre, yenilmesi içilmesi haram olan bir şeyin ticaretini yapmak da haramdır. Dolayısıyla içki ticareti yapmak haramdır. Bu daha çok Hanbeli mezhebinin yorumudur.
Ben şahsen şöyle inanıyorum: Alkolik insanları tedavi ederek içki illetinden kurtarmak, insanların alkolik olmasına yardım etmemek, aksine onu önlemeye çalışmak gerekir. İnsanları alkolik yapacak ölçüde ağır içki yapmamalıyız, hatta sarhoş olmakla mücadele etmeliyiz. Ancak insanları alkolik yapmayacak biçimde olan hafif alkollü içkileri yapıp Hıristiyan ülkelere satmakta, bunun ticaretinden yararlanmakta bir sakınca görmüyoruz.
"Kabe'de, ve Kudüs'te kılınan bir vakit namaz, 100.000-50 bin, 100 bin namaza bedeldir" diye bir hadis var mı?
Hayır, böyle bir hadis yoktur. Olsa da hükümsüzdür. İnsanların ibadetlerinin değeri, manevi derecesinin yüksekliği, ibadeti yaptığı yer ve arazi ile ilgili değil, o kişinin içindeki samimiyet ve ihlasla ilgilidir. Dünyada temiz olan her yer mescittir, her yer Mekke ve Kudüs'tür. Hepsi Allah'ın mülküdür. Yeter ki siz ibadeti canı gönülden Allah rızası için yapın, yüce Allah onu asla zayi eylemez. Bire 10 verir, bire 700 verir ve bire hesapsız verir (Enam Suresi: 60, Bakara Suresi: 261). Bunların hepsi bizzat Kur'an'da ifade edilmiştir. Hiçbir hayırlı iş Allah katında zayi olmaz. Yüce Allah'ın sıfatlarından birisi de adil olmasıdır, adalet sahibi olmasıdır. O nedenle dedikodulara aldırmayın. Mahallenizin camiinde veya evinizde kıldığınız namaz da kabede kılınan namaz gibidir. Allah içindir.
Ana-babaya sahip çıkmayan ve bakmayan evlat da cennete girer mi?
İslamiyet aile hayatına büyük değer vermiştir. Bugün Anayasamızda da aile toplumun temeli kabul edilmiştir. Aile yıkılırsa toplum yıkılır.
Kur'an-ı Kerim'de anaya-babaya iyilik yapmak, onlara ihsan eylemek, yardım eylemek birkaç defa tekrarlanmıştır. İsra Suresi'nde bu konu çok açık biçimde beyan edilmiştir. Ana veya babadan birisi veya ikisi birden evladın yanında yaşlanır kalırsa, onlara üf bile demeyecek, onlara tatlı söz söyleyecek, onlara yardım edecek yani onlara bakacak, yanında besleyip koruyacaktır. Bütün bunlar İsra Suresi'nde Müslümanlara emredilmiştir.
İşte, ana ve babaya iyi davranmayan, onlara bakmayan kimse bu ayetlere karşı gelmiş olur. Allah'a karşı gelen ise, elbette ahirette ceza görür. İnsan Allah'a karşı gelmekten sakınmalı, ana ve babasına iyi davranmalıdır. (İsra Suresi: 22)
Allah'a kalbimizden dua etsek yeterli olmaz mı? Dilimizle de ikrar eylemek şart mıdır?
Duruma göre değişir. Mesela, imanın şartı kalp ile tasdik, dil ile ikrardır. Yani hem kalp ile inanmak, hem de dil ile söylemek gerekir. Namazda duaları da aynı biçimde hem kalp ile tasdik, hem dil ile okumak lazımdır.
Ama yüce Allah'a bir dilekte bulunsanız, bir dua etseniz, bunu sadece kalp ile söylemek yeterli olabilir. Dil ile söylenirse daha da iyi olur. Ayrıca manen tatmin sağlar. Bir şeye niyet ederken sadece kalp ile niyet etseniz yeterli gelir.
Ama hem kalp ile karar verip niyet ederseniz, hem de dil ile söylerseniz elbette daha iyi olur.
Kısacası, kalp ile dilin aynı manayı ifade eylemesi elbette daha uygundur. Bütün bunlara rağmen, Allah'ın insanların kalbine baktığını, niyetlerini esas aldığını da unutmayalım. Bir müminin niyeti amelinden daha hayırlıdır.
Kur'an kelimesinin anlamı nedir? Kur'an-ı Kerim ne demek?
Kur'an kelimesi, Arapça'da okunan ve okumak anlamına gelir. Terim olarak ise, Müslümanların kutsal kitabının adıdır. Kur'an-ı Kerim demek ise, şerefli bir Kur'an anlamına gelir. Kerim kelimesi, şerefli, kerametli, muhterem gibi anlamlar ifade eder.
Kur'an-ı Kerim'in inen ilk kelimesinin anlamı da "oku" demek olan "ikra" kelimesidir. İşte Kur'an kelimesi de bu ikra kelimesi ile birlikte "kıraet" okumak kökünden gelmektedir. Hani, bizde "kıraethane" sözündeki kıraet kelimesi. Bir zamanlar kahvehaneler yasaklanmış, bunun yerine "kıraethane" yani okuma evi adı verilmişti. İşte, Kur'an kelimesinin kökü de bu "kıraet" okumak kelimesidir. Daha çok okunan anlamını ifade eder. İsim olarak kutsal kitabımızın adıdır.
İbadetlerimi fazlasıyla yapıyorum. Ama imanımdan emin olamıyorum. Panik halindeyim. Cehenneme gideceğimden korkuyorum. Yoksa ben dinsiz ve kötü bir insan mıyım? Lütfen beni aydınlatır mısınız?
Hayır, bu korkular dinden değildir. Siz dindar bir insan olarak, ibadetini yapan bir kişi olarak ne diye cehenneme gideceğim diye paniğe kapılıyorsunuz? Yüce Tanrı'nın af ve rahmeti sınırsızdır. Eğer insanlar sizin yaptığınız gibi davranmış olsa ve dinde böyle emreylemiş olsa, insanlar dünya hayatı için hiç çalışmazlar... Çünkü o panik hali içinde hiçbir iş başarılamaz. Dolayısıyla sizin durumunuz dinden değildir.
Siz de panik atak denilen veya takıntı hastalığı adı verilen bir rahatsızlık vardır. Siz derhal bir psikiyatriste başvurun, durumunuzu anlatın. Size yatıştırıcı ilaçlar verecektir. Bu rahatsızlığın tedavisi vardır. Çok da zor değildir. Ama mutlaka bir sinir hastalıkları uzmanı doktora başvurun, rahata kavuşursunuz. Bu konu hoca işi değil, psikiyatrist konusudur. Geçmiş olsun.
Sağlıkçıyım. Üzerime hastanın idrarı sıçradığında, ya da edep yerini gördüğümde abdest ve gusül gerekir mi?
Hayır gerekmez. Abdest almanın gerekli olduğu durumlar ile gusül yapmanın gerekli olduğu durumlar bellidir. Bu durumlar arasında bir başkasının ayıp yerini görmekle abdest veya gusül bozulur diye bir konu yoktur. İdrar sıçraması ise, o da gusül ve abdest bozulmasına sebep olmaz. Ancak, çok fazla olursa yıkamak gerekir. "Bir elin avuç içi büyüklüğünce ıslaklık olursa, ondan daha azı namaza zarar vermez" denilmiştir.
Ama öyle iğne ucu gibi veya bir iki damla sıçrama namazı bozmaz. Esasen bu türlü şeyleri insan duruma göre temizler.
Siz sağlıkçı olarak sevap bir meslek yapıyorsunuz, mazeretleriniz olabilir. Bunların günahı değil, sevabı olur. Bir hastaya bakıyorsunuz, ne kadar büyük sevaptır. Bazı meslekler böyle, hem devletten para alır, ücret alır, hem de Allah'tan sevap alır. Ufak tefek hatalar da af olur, içiniz rahat etsin, hizmete devam eder.