Kur'an-ı Kerim'de "Şarhoşken, namaz kılma" diye bir ayet vardır...
Ayetten, Bektaşi'nin dediği gibi "Sarhoşken" kısmını atıp, Kur'an'da "Namaz kılma diyor" derseniz, ayetin aslını bozmuş olursunuz...
MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç 'ın, geçen cuma günü Harp Akademileri Komutanlığı'nca düzenlenen ''Türkiye'nin Etrafında Barış Kuşağı Nasıl Oluşturulur?'' konulu sempozyumda söylediği sözlerin tartışıldığı gazete sütunlarını okurken, aklıma Bektaşi'nin söylediği bu sözler geldi...
Nitekim...
MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'ın "Türkiye, milli menfaatlerini ilgilendiren hiçbir konuda, Avrupa Birliği'nden en ufak bir yardım görmüyor. Türkiye'nin, Rusya Federasyonu ve İran'ı da içine alacak şekilde bir arayışın içinde olmasında fayda buluyorum" diye söylediği sözler, Prof. Dr. Erol Manisalı'nın konuşmasının devamı niteliğindeydi...
MGK Genel Sekreteri, "Prof. Dr. Erol Manisalı'nın yaptığı konuşmaya aynen katılıyorum" diyordu...
Ardından da tartışılan o sözlerini temenni niyetine söylüyordu...
Tartışmanın daha sağlıklı bir zemine oturması için, SABAH Yazıişleri'nden yılların deneyimli gazetecisi sevgili Bülent Peker'in uyarılarını dikkate alarak, gözden kaçırılan Manisalı'nın konuşmanın tam metnini bu sütunlara aynen alıyorum...
Ve...
Prof. Dr. Erol Manisalı anlatıyor:
STRATEJİK GÜÇ
Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin bulunduğu coğrafyaya etkileri
1) Değerlendirmelerde kullanılan varsayımlar: AB'nin Türkiye'nin bulunduğu coğrafyaya etkileri ele alınırken bu coğrafyanın sınırları olarak; Ege ve Balkanlar, Doğu Akdeniz, Ortadoğu, Kafkasya ve İran ile AB dışı, Karadeniz Bölgesi ele alınmıştır. Bu alan Türkiye ile birlikte Arap Ortadoğusu, İsrail, İran, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya, Arnavutluk, Makedonya ve Bosna Hersek'i kapsar. AB'nin bu bölge ve ülkelere ''etkileri'' kapsamında da, ''siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel'' etkileri değerlendirilmiştir. Analizler, AB'nin bugün devam eden bütünleşme sürecinin, yarın da aksamayacağına ve sonunda ''Avrupa Birleşik Devletleri'nin federasyon ya da konfederasyon sınırları arasında gerçekleşeceği varsayımına dayandırılmıştır. AB'nin, soğuk savaş sonrası dönemde (orta vadede), ABD merkezli bir dünya düzenine ''karşı koyabilmesi'' (uzun dönemde) de Çin ağırlıklı Asya Platformu karşısında gerilememesi için, AB içindeki bütün sorunlara rağmen, Avrupa Birleşik Devletleri'ni kurma yönünde ilerlemesi, vazgeçilmez bir koşul olarak ortaya çıkmaktadır.
AB bu nedenle, tek ekonomik bütünlük, tek askeri güç ve ortak bir anayasa çatısı altında bütünleşmek zorunda bulunmaktadır. Bunun esas gerekçesi ''dünya üzerinde stratejik bir güç'' olarak, geri kalmama -hatta ilerleme- meselesine dayanmaktadır. Analizlerde kabul ettiğim başka bir varsayım ise ''AB'nin uzun vadede de Türkiye'yi içine tam üye olarak almayacağı (alamayacağı)'' hadisesidir.
AVRUPA ÇIKMAZI
Bu varsayımın gerekçelerini, ''Avrupa Çıkmazı'' adlı kitabımda ayrıntılı olarak ortaya koymuş bulunuyorum. AB için Türkiye'yi içine almasının siyasi, iktisadi ve kültürel bedeli (maliyeti) olağanüstü boyutlardadır.
AB, 1995 Gümrük Birliği belgesi ile Türkiye'den almak istediği her şeyi, hem de sıfır maliyetle elde etmiş bulunmaktadır. AB'nin Türkiye'yi içeri alması durumunda...
a. işgücünün serbest dolaşımı, dolayısıyla Türkiye nüfusunun AB'ye akması...
b. Türkiye'ye ''Zengin üyelerden fakir üyelere yardım fasıllarından'' büyük parasal yardım yapma zorunluluğunda olması...
c. İleride, Türkiye'nin en yüksek nüfusa sahip ülke olarak, AB'yi Almanya ile birlikte yönetir duruma gelmesi gibi AB'yi çok olumsuz etkileyecek bir bedel ödemesi durumuna getirir...
Ayrıca...
AB'nin Müslüman Türkiye'yi alıp Hıristiyan Rusya'yı, Ukrayna'yı, Beyaz Rusya'yı dışarıda bırakması imkânsızdır. Bu ülkeleri ve Türkiye'yi tam üye olarak almış bir Batı Avrupa, kendi refah seviyesini geriletmiş olur. AB zaten Türkiye'yi içine alacak olsa, Kıbrıs, Ege, Güneydoğu, sözde Ermeni soykırımı, Avrupa Ordusu'na (AGSP) tek yanlı bağlama konularında Türkiye'yi sıkıştırmazdı. Bütün bu konularda Türkiye'nin üzerine gelip dayatmalarda bulunması, Türkiye'yi yarın da almayacağının (alamayacağının) en açık göstergesidir.
İKİNCİ HALKA
2) AB'nin bölgeye yönelik politikaları:
a) AB bu bölgede ''ikinci bir halka'' oluşturmak istemektedir. İçine almadığı ülkeleri, ''kendisine tek taraflı bağımlı hale'' getirmek amacındadır. Türkiye ile yaptığı ''Gümrük Birliği'' Anlaşması bunun bir örneğidir. Şu anda Türkiye, AB'ye tek taraflı bağımlı durumdadır. Türkiye, ''AB'nin dışında olmasına rağmen, AB'nin dış ticaret politikasını uygulamakla yükümlüdür.'' Bu yükümlülükler Türkiye'yi AB'ye, ''yavaş yavaş daha bağımlı'' hale getirmektedir. İş çevreleri, işçi sendikalarının bazıları, bazı kamu kuruluşları, üniversiteler, bazı medya kuruluşları yavaş yavaş AB'nin güdümüne girmektedirler. AB'deki çokuluslu firmaların Türkiye pazarındaki egemenlikleri hızla artmaktadır. Birçok imalat sanayii alanında firmalar el değiştirmiş ve AB firmalarının egemenliği artmıştır. Bankacılık, turizm, ulaştırma, sağlık, eğitim gibi alanlara da hızla girmektedir. Zaman içinde Türkiye'nin, ''tamamen AB'ye tek taraflı bir yapıya sahip duruma getirileceğini'' ve artık ''kemikleşecek'' olan bu yapılanmanın, Türkiye'deki ulusalcı çevreler tarafından hiçbir biçimde değiştirilemeyeceğinin politikası içindeler.
Son 12 yıl içindeki istatistiklere baktığımızda, özellikle 1995'ten itibaren, ivmesi artan bir tek yanlılığın ortaya çıktığını görmekteyiz. Sanayi, ticaret, tarım, turizm, ulaştırma, bankacılık, eğitim, sağlık alanlarındaki istatistikler, ''tam bir netlikle bu acı gerçeği'' ortaya koymaktadır. AB, kendi içine alamayacağı Akdeniz ülkeleri ile (Fas'tan Ürdün'e kadar) MEDA (Akdeniz İktisadi Kalkınma Programı) çerçevesinde ilişkilerini hızla geliştirmeye başlamıştır.
MEDA PLATFORMU
1990- 1991 Körfez bunalımı sonrasında ABD ve İngiltere, Körfez'e askeri olarak yerleşip Arap Ortadoğusu'nu denetimine alınca Akdeniz, ''eski sahipleri'' AB'ye bırakıldı ve MEDA programı ağırlık kazandı. AB, MEDA çerçevesinde Fas'tan Ürdün'e kadar uzanan Arap ülkelerini (ve FKÖ) güneydeki ''ikinci halka'' olarak AB'ye ekonomik olarak ''bağımlı'' kılacak bir politika izlemeye başladı. Son yıllarda Kuzey Afrika ülkeleri ile ''ikili serbest ticaret anlaşmaları'' yaparak, kendisine ekonomik ve ticari yönlerden bağlama politikasını yürütegelmektedir. Bunlar ''aday ülke'' değillerdir. İşin ilginç tarafı, ''aday ülke'' olan Türkiye de MEDA kapsamı içine alınmıştır. AB'den, ''Yunanistan'ın veto ettiği yardımlar'' alınamamakta, buna karşılık MEDA kapsamında, Türkiye'ye ''sembolik'' yardımlar yapılmaktadır. AB bu bağlamda, Akdeniz'i AB'nin bir iç denizi gibi görüp kendi iktisadi, siyasi ve stratejik denetimine yönelik bir politika izlemektedir. Kıbrıs politikasındaki sertlik, tek yanlılık ve AB içine almak için aceleci davranışı, ''ileride Türkiye'yi AB içine almama politikasının'' bir sonucudur. Türkiye'yi yarın içine alacak olsa, Kıbrıs'ta uyuşmazlığın çözümünü zamana yayar, ''Türkiye'nin AB'ye girişi ile eşzamanlı olarak'' kolayca çözebilirdi. AB'nin Türkiye politikası, Ege konusunda da kendini göstermektedir. AB Parlamentosu'nun 15.12.1996 tarihli kararına göre Ege'deki ihtilaflı bölgeler konusunda, ''Türkiye'nin, Yunanistan'ın ve AB'nin Ege'deki haklarını çiğnediğini'' ifade ederek Ege'yi AB'nin bir iç denizi olarak görmekte, Türkiye'nin ileride de AB'ye alınmayacağının bir göstergesi olarak ortaya koymuş bulunmaktadır. Balkanlar'da da AB, Kuzey Afrika örneğine benzer bir politika izlemektedir. Arnavutluk, Bosna-Hersek ve Makedonya ile ''ikinci halka'' ilişkileri planlamaktadır. Slovenya'dan başka, Yugoslavya (yeni) ve Hırvatistan da ileride AB'ye mutlaka alınacaktır.
Romanya ve Bulgaristan konusunda bazı tereddütlerin bulunduğu NIC, (National Intelligence Council- C.I.A.) Global Trend 2015 raporunda (2 Aralık 2000) da yer bulmaktadır. Yine bu rapora göre Türkiye AB'nin içine alınmayacaktır.
KITA AVRUPASI
3) AB'nin Ortadoğu politikası, enerji ve PKK konusu: AB derken İngiltere'yi ayırarak değerlendirmek, ''Kıta Avrupa'sı'' demek daha doğru olur. Körfez Krizi sonrasında ABD ve İngiltere ''stratejik ortaklar'' olarak Ortadoğu'ya yerleşmişlerdir; ayrıca ''İngiliz toprağı sayılan'' Kıbrıs'taki iki İngiliz üssü de ABD tarafından kullanılagelmektedir. AB'nin büyükleri Almanya ve Fransa, Akdeniz'in yanı sıra Ortadoğu ve Kafkaslarda da ABD-İngiltere ikilisini ''dengeleme'' amacına yönelik politikalar izlemektedir. En çarpıcı olanı, bölgedeki Kürtler konusunda, ''ABD-İngiltere ikilisi'' ile ''Almanya-Fransa ikilisi'' arasında süregelen çekişmedir. Bu çekişme, ''Türkiye'ye ödetilerek'' , Türkiye'nin sırtından yürütülmektedir. En azından, izledikleri politikanın sonuçları bu yönde gelişebilmektedir.
1992'den itibaren ABD - İngiltere ikilisi, K. Irak'ta kukla bir Kürt devletinin biçimsel altyapısını, ''tamamen dışardan uygulayarak'' yürütmüşlerdir. Bunu Başbakan Ecevit de kamuoyuna açıklamıştır.
(Aralık 2001, Ocak 2002 çeşitli gazeteler ve T.V. beyanları). Ancak TSK böyle bir kukla devletin ilanını savaş nedeni sayacağını ortaya koymuştur. ABD ve İngiltere'nin K. Irak'ta yürüttükleri politikaya karşılık AB (Kıta Avrupası), PKK'yı AB güdümünde siyasallaştırarak Anadolu'dan, K. Irak'taki Amerikan-İngiliz girişimini ''dengelemek'' istemektedir. ABD ve İngiltere'nin K. Irak kartına karşılık, PKK'yi AB denetiminde, (Kıta Avrupası denetiminde), ''Ortadoğu-Kafkasya hattında kullanabileceği bir maşa, bir köprübaşı olarak'' görmektedir. PKK'nin Kıta Avrupası'nda siyasi destek görmesinin arkasında yatan esas neden budur. Büyük güçlerin bölgedeki ''stratejik paylaşım kavgasında'' kullanabilecekleri araçlardır.
Bir varsayım olarak...
ABD ileride, K. Irak'ta İncirlik düzeyinde üs inşa eder ise Kafkasya ve İç Asya dengelerinde önemli değişmeler olur. Almanya, Fransa gibi ülkeler enerji politikalarında zaafa uğrarlar.
ÖNEMLİ KOZ
4) AB ve Karadeniz Bölgesi: AB, Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya'yı aynen Türkiye gibi, içine almadan yoluna devam edecektir. Bu ülkeleri ekonomik, ticari ve mali olarak AB'ye ''bağımlı halde tutmaya'' çalışacaktır. Bu konuda Almanya önemli girişimler içindedir. Almanya ile Rusya doğalgazını, yoğun bir biçimde kullanmaktadırlar. Bu yönü ile Rusya'nın elinde de önemli kozlar bulunmaktadır. İlginç bir biçimde, AB ile ilişkilerinde, ''Türkiye, Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya aynı kaderi'' paylaşmaktadırlar. Hepsi de AB içine alınmayacaklar, ''ancak AB tarafında, AB'ye bağımlı ikinci bir halka içinde'' tutulmak isteneceklerdir. Rusya ve Çin'in Asya'daki ülkelerle oluşturmak istediği ''Asya Platformu'' gerçekleşebilirse ''Asya'da önemli bir iktisadi, siyasi ve askeri güç merkezi" ortaya çıkacaktır. Bu durum, ABD'nin olduğu kadar, AB'nin de AB'nin doğu sınırındaki ülkeler ile ilişkilerini önemli ölçüde etkileyecektir.
5)AB'nin Bölge Politikası ve Türkiye: AB, Türkiye'yi ''dışlamayacak'' ancak, daha önce belirttiğim nedenlerden dolayı Avrupa Birleşik Devletleri'nde Türkiye'ye yer vermeyecektir. AB'nin esas amacı, ''Türkiye'yi, aynen Kuzey Afrika ülkelerinde ve Rusya-Ukrayna politikasında olduğu gibi kendi etki (denetim) alanı içinde'' tutma politikası gütmektir. 6 Mart 1995 Belgesi ile başlatılan tek yanlı ticari ve iktisadi bağımlılığı bürokrasiye, eğitime, sivil toplum örgütlerine yayarak Türk siyasetini denetim altında tutmak istemektedir.
ASIL NİYET
Türkiye'nin 1999'da başlatılan adaylık sürecinin, ''Türkiye'nin önüne sürekli engeller konularak oyalanması'' amacı güdülmektedir;
a) Kıbrıs ve Ege'nin AB vasıtasıyla Yunanistan'ın denetimine sokulması için baskı yapılmaktadır.
b) PKK'nin terör örgütü olarak kabul edilmemesi, siyasallaştırılması çabaları, AB ülkelerinden etkili destek sağlanması Türkiye-AB ilişkilerini yarın da olumsuz etkileyecek bir politikadır.
c) Ermeni meselesinde AB, ''Türkiye eğer soykırım yaptığını kabul etmez ise Türkiye-AB ilişkileri gelişemez'' demektedir. Avrupa Ordusu (AGSP) konusunda da Türkiye'yi dışlamaktadır. Bütün bunlar ''şimdilik'' Türkiye'nin önüne konmuş engellemelerdir. Yarın bunlara daha başkaları da eklenebilir. AB'nin bu politikası, ''Türkiye'yi sürekli kapının önünde tutmak, bu arada alabildiği ödünleri almak ve tek yanlı bağımlılığı kemikleştirmek'' biçiminde özetlenebilir.
Sonuç; AB'nin Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgeye yönelik politikası, ''yukarıda ortaya konan gelişmelerin ışığında'' Türkiye'nin ulusal politikaları ile birçok konuda çatışma içinde bulunmaktadır. Temel sorun, ''AB'nin Türkiye'yi içine alamayacağı'' hadisesine dayanmaktadır. Türkiye AB ile tek yanlı bağımlılığını sürdürür ise ''Kıbrıs, Ege, PKK, Ermeni ve AGSP konularında, orta ve uzun vadede stratejik ödünler vermek zorunda kalacaktır.'' ABD'nin de, K. Irak, Kıbrıs, Ege, Ermeni konularında, ''Türkiye'nin ulusal çıkarları ile bağdaşmayan'' politikaları bulunduğu için, ''AB ve ABD'yi Türkiye konusunda tamamen karşıt politikalar içinde değerlendiremiyoruz.''
Bu nedenle, aralarında rekabet ve çekişme olsa bile, anılan konularda, ''Türkiye'nin ulusal çıkarları ile bağdaşmayan'' ortak bir zemin üzerinde bulundukları görülmektedir. Türkiye kaçınılmaz olarak, ''AB'nin yakın bölge üzerindeki olumsuz etkilerini telafi edecek dengeleri kurmak zorundadır.'' Bölge ülkeleri ile ilişkilerin geliştirilmesi ve Asya Platformu ile ''ortak çıkar noktalarının geliştirilmesi'', yeni denge arayışlarında en önemli unsur olacaktır. TSK'nin inisiyatif alarak bu konuda ilerlemeler sağlamasını, yeni denge politikaları arayışlarında olumlu bir gelişme olarak değerlendirmek gerekir."
Bu bakımdan...
MGK Genel Sekreteri Kılınç için Bektaşi'nin yaptığı kurnazlığı yapanların, "Namaz kılma diye fetva veriyor" diyenlerin, ayetin tamamını okuması...
Yani...
"Görüşlerine aynen katılıyorum" dediği Manisalı'nın ne söylediğine bir göz attıktan sonra yorum yapmaları daha doğru olmaz mıydı?
Deveye sormuşlar; "Neren doğru?" diye...
Deve de cevaplamış: "Nerem doğru ki!" diye...
Bizim işler de öyle!