Yukarıdaki başlık bana değil, Prof. Dr. Ahmet Ercan'a ait. Sayın Ercan 4 Mart tarihli basın açıklamasında, İstanbul depreminin çaresini bu başlıkla formüle ediyor.
Geçen günkü yazımda, Ahmet Bey'le ayaküstü yaptığımız bir konuşmayı aktarmıştım sizlere. Bugün de, o ayaküstü konuşmada ifade ettiği temel fikri, sistematize ederek ortaya koyan bu açıklamayı özetlemeye çalışacağım.
Ercan, depreme karşı alınacak önlemler açısından, İstanbul'un mevcut binalarını üç ayrı kategoride topluyor.
Bunlardan birincisi, kötü yerde yapılmış, çok katlı yapılar, gökdelenler, insanların toplu bulunduğu işhanları, hastahaneler, askeri kışlalar, havaalanı, otobüs terminali, tren yolu, okul, stadyum, tiyatro, sinema, konser salonları, cami ve kiliseler, viyadükler... Bu tip binalarda yapı temeli ile üst yapı ilişkisinin kesilerek arasına sönümleyiciler yerleştirilmesini öneriyor. Deprem dalgası geldiğinde sönümleyicilerin sarsıntıyı çok küçülterek üst yapıya aktaracağını ve yapının kurtulacağını söylüyor.
İkinci kategoride, zemin etüdü, inşaat ve mimari projesi olan nitelikli 1999 öncesi yapılar yer alıyor. Ercan, güçlendirme çalışmalarının ancak bu tür binalar için anlamlı olduğunu söylüyor.
Sonunda üçüncü ve en kritik kategoriye geliyor: İstanbul'un yüzde 75'lik alanını kapsayan ve depremden en fazla zarar görecek olan binalar... Bu kategori içinde de kötü yerde yapılmış kötü yapılar ile, iyi yerde yapılmış kötü yapılar yer alıyor.
İşte Ahmet Ercan, projesi bile bulunmayan bu yapıları güçlendirmeye çalışılmanın tamamen anlamsız olduğunu; yıkılıp yeniden yapmanın çok daha mantıklı olacağını vurguluyor. Zaten "Büzülen ve dikey yükselen İstanbul" sloganı da bu noktada gündeme geliyor.
Ercan, bu sloganla ne demek istediğini şöyle anlatıyor:
"Kısacası, İstanbul'un yatay gelişerek yeni orman ve milli emlak arsalarında genişlemesi değil, büzülerek düşey gelişmesi gerekir. İstanbul, bugünkü alanından büzülerek, 5 kat daha küçük ve depreme daha dayanıklı alana sığdırılabilir. Altyapısı ve arazisi hazır olan bu alanlara geniş yeşil alanlı, geniş yolları olan yapılar yapılıp, ilk birkaç katı arsa edinimcilerine ücretsiz verilebilir ve üst katları ABD'de olduğu gibi 20-30 yıl vade ile gereksinme duyanlara satılabilir. Türkiye'de yer araştırma ve inşaat teknolojileri dünya ölçülerine denktir. Hiçbir ülkeye pazar olmadan ya da yurt dışından mali yardım almadan, devlet denetiminde İstanbul şantiyeye dönüştürülerek gün geçmeden, depreme dayanıklı, çağdaş kent görünümüne bürünmeli ve deprem yaşayan insanlar, turizm, ticaret ve yatırımcılar üzerinde korku olmaktan çıkarılmalıdır. Bunun için gereksenen, insanları ve girişimcileri yasal düzenlemeler içinde serbest bırakmaktadır.
İstanbul için deprem ayağa gelen ya son fırsattır, ya da son felâket. Seçim bizim! Hangisi? Deprem öncesi doğru tutum mu, yoksa deprem sonrası 100 bin kişilik can ve 100 milyar dolarlık mal yitimi mi?
Sloganımız, sağlam yerde sağlam yapı olmalıdır, sarsıntılara alışmak değil, asla. Hemen başlayalım, yarın çok geç olmadan. İnşaat işlerinin, ülkede 200 kalem işi başlattığını ve ekonomiyi çevirdiğini unutmayalım."
Ben Sayın Ercan'ın bize yaptığı bu çağrıyı, sabah akşam dinlediğimiz depremle birlikte yaşamayı öğrenme çağrılarından çok daha anlamlı ve somut buluyorum. Ve artık daha fazla vakit kaybetmeden bir an önce tartışalım, bir karara varalım ve kolları sıvayalım, diyorum.