Bir film şizofreniyi ve paranoyayı bu kadar güzel anlatabilir.
Akıl oyunları -A beautiful mind- adlı filmden söz ediyorum. Jonn Nash'in yaşamını aktaran filmi konu edip de de John Nash rolünü oynayan Russell Crowe'dan bir satır da olsa söz etmemek mümkün değil.
Crowe rolünü mükemmel oynuyor, belli ki çok iyi çalışmış.
DAHİ NASH
Filmde bir matematik dahisi olan Nash'in paronoya ile beslenen şizofreninin kıskacında yaşadığı dramı görüyoruz.
Matematiğin soyut dünyasında oyun teorileriyle uğraşan Nash, gerçekle gerçek olmayanı birbirine karıştırıyor. Nash'in başlangıçtaki daha masum olan ilüzyonları dönemin yarattığı komünist korkusuyla besleniyor.
Nash artık tamamen gerçek olmayan bir dünyada şifreli mesajlarla ve komünist avıyla yaşamaya başlıyor.
Nash'in yaşamını ve filmi burada bir kıyıya bırakıyorum...
Çünkü ben asıl olarak bizim toplum olarak yaşadığımız paranoid şizofreniyle ilgileniyorum.
İLAHİ TOPLUM!
Toplumumuzun yaşadığı "Paronoid şizofreni" belirtilerine kısaca göz atalım: "Çalışma ve üretme! Ama tüket!" anlayışıyla yaşamak.
"Bir kazan ama kredi kartlarıyla iki harca! Nasıl olsa bir şekilde ödenir" diye düşünmek.
Çalışarak kazanmayı ve emeğinin hakkıyla yaşamayı düşünenleri enayi olarak görmek.
Kol düğmesi, otomobil markası ve restoran ya da barlarda yenilen kazıkların büyüklüğüyle sınıf tayin etmek.
Aynı işe yıllarını vermiş ve mesleğini en üst düzeyde icra eden bir kişi Batı'da ayda 5 bin dolar kazanıp mutluyken, Türkiye'de 15 ila 20 bin dolar arasındaki aylık gelirleri beğenmemek.
Kazancı iyi sayılabilecek bir Batılı 15 ila 20 yıllık tasarrufuyla 100 ile 250 bin dolar arasında değeri olan bir evi ancak alabilirken...
Türkiye'de 1 milyon dolarlık evlerin peşin paraya peynir ekmek gibi satılmasını normal karşılamak.
3 kışlık, 5 yazlık ev edinmeden huzur bulamamak.
Her şeyin arabeskini tercih etmek.
Yaşamı eğlence ya da dram olarak sınırlarda yaşamak.
Hülya Avşar ya da İbrahim Tatlıses olma hayaliyle yola çıkıp, pavyon ya da randevu evlerine dahi giremeden ara duraklarda tükenmek.
Bir uzman edasıyla medyada ve sahnelerde kendi kendine konuşmak.
Sürekli kıyafet değiştirerek anarşist, komünist, terörist ve benzeri çeşitli rollerle karşımıza çıkan düşmanı sürekli aramak ve hala uyanmamak.
"AB'ye giremezsek öldük, bittik!" diye düşünmek.
Kriz bitecek ve her şey eskisi gibi olacak hayaliyle yaşamak.
"Sen yedi kuşağını kurtaracak kadar çal ve sakla, devlete ve topluma bir şey olmaz!" diye düşünmek.
Devleti, sürekli yolunan ama tüyleri daha gür çıkan kaz olarak canlandırmak.
Daha saymamı ister misiniz?
Bu toplumda aklı başta tutmak pek kolay iş değil. Anadolu boşuna erenler diyarı olmamış!