Milenyumun ilk günleriydi...
İKV'nin cazibeli -çekici- ve cerbezeli -etkili konuşan- başkanı Meral Gezgin Eriş ile Türkiye'nin yakın geleceği üzerine laflıyorduk...
AB'nin PKK terörüne ve irticacı akımlara destek verdiğini söylemem üzerine Eriş, oturduğu koltuktan öne doğru eğildi ve kulaklarımdan gitmeyen şu sözleri söyledi:
"Bu bir şeyi değiştirmez. Türkiye'nin rotası bellidir. Potansiyeliniz varsa, riskiniz de vardır. Zaten bunu göremiyorsanız hiçbir şey yapamazsınız! Türkiye'nin bu coğrafyada yaşadığı bazı sorunlar da potansiyelinden kaynaklanıyor!"
Eriş'in bu sözlerini "ifrat" ve "tefrit" arasına sıkışan AB tartışmaları bağlamında yansıtmayı uygun buldum...
RİSK & POTANSİYEL
Türkiye, Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu arasında, Batılı vitrini ile "yüzük taşı" konumunda bulunuyor...
Dünyanın en geniş yer altı zenginliklerine açılıyor...
Finans - kapitalde şöyle bir kaide vardır:
"Paranız var, petrolünüz yoksa bu hiçbir anlam ifade etmez. Yer altı zenginliklerine sahip olmadığınız sürece, para hiçbir şeye yaramaz! Büyük ve güçlü devlet bunlara aynı anda sahip olabilen devlettir."
Girmeye çalıştığımız AB'de bu yer altı zenginlikleri yok!
O yüzden de, yer altı zenginliklerini ele geçirmek, ekonomilerinin balans ayarını bozdurmamak için... Türkiye'nin de bir yönüyle içinde bulunduğu bu coğrafyayı destabilize etmekte bir sakınca görmüyorlar...
Yeni devletler kurup, işlerine gelmeyen iktidarı alaşağı edebiliyorlar...
Türkiye'nin doğusunda, Kürt kökenli Türk vatandaşlarımız değil de...
Lazlar oturuyor olsaydı -bugün belki de- Laz sorunu tartışılıyor olacaktı...
Yani...
Bu coğrafyada bizi Avrupa'nın damında yaşayan İsveç gibi rahat bırakmıyorlarsa... Bunda Eriş'in altını çizdiği "potansiyelimiz"in de büyük bir etkisi var...
BİR PAZAR HİKAYESİ
Bu anlamda birkaç satır daha...
Yıllardır Erbakan'la birlikte siyaset yapan, Eski Devlet Bakanı Süleyman Arif Emre'nin "AB Hıristiyan kulübüdür. Türkiye'yi 43 yıldır oyalıyorlar" sözleriyle ilgili de birkaç satır yazayım...
Öncelikle...
Bir ortak pazar hikayesi...
Yıl 1977'dir...
Ortak Pazar Genel Sekreteri Emile Noel, Türkiye'ye özel bir mesaj yollar:
"Türkiye, Ortak Pazar'a tam üyelik için hemen başvursun, koşullar uygundur. Başvurunuz kabul edilebilir."
Başvuru Ortak Pazar neznindeki temsilcimiz Tevfik Saracoğlu tarafından, büyük bir heyecanla Ankara'ya iletilir.
Ama...
Ankara'da bu heyecandan herhangi bir iz yoktur...
Öneri pek itibar görmez...
İç politik hesaplar uğruna, güzel kazanımlar elinin tersi ile kenara itilir...
Mehmet Ali Birand'ın "Bir Pazar Hikayesi" adlı kitabında da yer alan bir pasajdır bu... Hem de Türkiye'yi bataklığa sürükleyen bir pasaj...
Noel, daha sonra yaptığı açıklamada, "Eğer Türkiye o zaman verdiğim işareti değerlendirip, tam üyelik için başvursaydı, koşullar çok uygundu" diye bir ifade de kullanır...
DEMOKRASİ ŞARTI
Oysa...
O dönem Erbakan Hoca, Ortak Pazar'a ateş püskürmektedir.
Desteğini çekse, bir ayağı çukurda olan, Milliyetçi Cephe Hükümeti düşecektir.
Herhalde dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, bu nedenle "Ortak Pazar"a tam üyelik için başvuru riskini göze almamıştır...
Ya da alamamıştır...
Görüldüğü gibi hadise Süleyman Arif Emre'nin söylediği gibi değildir...
Demirel, o günlerde Emre'nin partisi yüzünden bu tarihi şansı kaçırmamış olsaydı...
Belki de 1980 yılının 11 Eylül'ünü 12 Eylül'e bağlayan gece Türkiye'de bir askeri müdahaleye gerek kalmayacaktı...
Bugün "AB'ye evet" diyen Erbakan ve O'nun arkadaşları Türkiye'ye o gün AT şansını ıskalatmasalardı...
Bugün Türkiye'nin çok başka yerlerde olacağı aşikardır...
Çünkü; Ortak Pazar üyeliğinin temel koşulu, "demokrasi" ile yönetilmektir.
Askeri darbelerin acı deneyimlerinden kurtulur kurtulmaz, İspanya ve Portekiz'in Ortak Pazar'a girmeleri Albaylar Cuntası'nı deviren Yunanistan'ın kapağı Ortak Pazar Üyeliği'ne atması nedensiz değildir...
Emile Noel, 1977'de Saracoğlu'nu uyarırken, şöylesi bir uyarıda bulunmayı da ihmal etmez:
"Aman Yunanistan'ın tam üyeliğinden önce bu başvurunuzu yapın; yoksa önünüz Atina tarafından kapatılacaktır!"
Bir ülkenin AT'a ya da şimdiki adıyla AB'ye tüm üyeliği için, ortakların oy birliği gerekiyor. Yunanistan'ın "oy"u bu bakımdan çok önemli...
De Gaulle, yıllarca İngiltere'nin tam üyeliğini bu sayede engellemiştir...
ÖNCE GÜVENLİK
Yalnız...
O günden bu yana köprülerin altından çok sular akmıştır...
"Türkiye'nin etrafında barış kuşağı nasıl oluşturulur?" konulu sempozyumda konuşan Prof. Dr. Erol Manisalı'nın bu anlamda altını çizdiği şu hususları da göz ardı etmemiz mümkün değil...
Kıbrıs ve Ege'nin AB vasıtasıyla, Yunanistan'ın denetimine sokulmaya çalışılması...
PKK'yı terör örgütü olarak kabul etmeyip, siyasallaşma çalışmalarına destek çıkılması...
Ermeni sorununda "Türkiye, eğer soykırım yaptığını kabullenmez ise Türkiye-AB ilişkileri gelişemez" diye şantaj yapılması...
Avrupa Ordusu konusunda da Türkiye'yi dışlamaları "kabul edilebilir müzakere süreci"nin dışındadır...
AB süreci devam edecekse...
Ki...
Edecek!
O zaman Brüksel'in de Ankara'yı rahatlatacak, güven verici adımlar atması gerekmez mi?
ABD'nin 11 Eylül'den sonra "Önce güvenlik" dediği bir dönemde, Ankara da "Önce güvenlik" diyorsa, bunun neresi yanlış...