Orgeneral Kılınç'ın, Türkiye'nin AB dışında bir yön araması icap ettiği, bu alternatifin de ABD'yi gözardı etmeden Rusya ve İran'ı kapsayan bir arayış olması gerektiği yolundaki açıklamasını iki açıdan yadırgıyorum. Bunlar, usule ve öze ilişkin.
Önce, MGK gibi ulusal politikaların saptandığı önemli bir devlet kurumunun genel sekreteri olan bir görevlinin, Hükümet'in açıklanmış resmi politikasına tamamen ters düşen bir görüşü, bunun kişisel olduğunu belirterek olsa dahi, kamuoyuna açıklama hakkı yoktur. Genel Sekreterin, farklı görüşlerini MGK'daki üstlerine açıklama hakkı vardır. Fakat, bunları kesinlikle aleniyete dökemez, kamuoyu ile paylaşamaz.
Aksi şekilde hareket ederse, devlet disiplinini ve kurallarını çiğnemiş olur. Bir Dışişleri Bakanlığı müşteşarı veya büyükelçi, Orgeneral Kılınç'ın yaptığını yapsa, devlet adabını, yani devletin usul ve kaidelerini, ihlal etmiş sayılır, kendisinden hesap sorulur. Bu hesap sorma işlemi sadece sivillere uygulanır, askerlere uygulanmazsa, yani böyle durumlarda askerlerin dokunulmazlığı varsa, o zaman bu sistemin geçerli olduğu ülkeye "askeri demokrasi" derler.
Şimdi öze gelelim. Orgeneral'in açıklamaları Türkiye'ye yeni bir ufuk açsa veya sorunlara çözüm getirse, o zaman belki, "kuralları çiğnedi, ama yine de helal olsun!.." denebilirdi. Ama, söyledikleri, tümüyle tutarsız, anlamsız ve yanıltıcı. Çünkü, Türkiye'ye yeni bir yol arayışında, İran ve Rusya'yı AB'ye alternatif olarak görmenin, akla ve mantığa sığar yeri yoktur. Önce İran'ı ele alalım. Bu ülkenin 1980'lerin ortalarından bu yana Türkiye'yi etnik ve dinsel bazda bölmek için ülkemizde yoğun yıkıcı faaliyetler yürüttüğü devlet arşivlerinde kayıtlıdır. İran, hâlâ PKK'yı ülkemize karşı eylemlerde bulunması amacıyla topraklarında barındırıyor ve bölücü teröre hiçbir yardımını esirgemiyor. İran, ayrıca, çağdışı yönetim şeklini ülkemize ihraç etme amacıyla İslam dinini kullanarak Türkiye'de köktenci gruplar oluşturuyor ve ülkemizde kaos ve güvensizlik ortamı yaratmak için gizli servisleri yoluyla siyasi cinayetler işletiyor.
İçişleri Bakanı Tantan döneminde yapılan Umut Operasyonu'ndan sonra DGM savcısı Hamza Keleş tarafından hazırlanan iddianame Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı'nın cinayetleri üzerindeki esrar perdesini kaldırdı. İddianame, Türkiye'nin bu değerli evlatlarının İran tarafından ülkemizde kurdurulan Tevhit-Selam örgütü tarafından öldürüldüğünü ve canilerin İran istihbarat bakanlığı SAVAMA ile dini liderliğe bağlı Kudüs Ordusu tarafından yönlendirildiklerini, kesin kanıtlarla ortaya koydu. Caniler, İran Büyükelçiliği ile İstanbul Başkonsolosluğu'nda görevli istihbarat ajanlarını teşhis ettiler. Mahkeme safahatında da bütün bu hususlar teyit edildi. Bütün bunları bilmesi gereken Orgeneral Kılınç'ın, Türkiye'nin laik-demokratik rejimini yıkmayı bir numaralı hedef olarak gören mollaların yönettiği ve Başkan Bush'un dünya için tehdit oluşturan bir şer odağı olarak değerlendirerek Amerika'nın öncelikli düşmanı ilan ettiği İran'ı, AB'ye karşı alternatif devletler arasında görebilmesi akıl kârı değildir. Rusya'ya gelince... Türkiye, Rusya ile arasındaki ortak çıkar alanını olabildiğince genişletmek için hem Karadeniz Ekonomik İşbirliği örgütü, hem de ikili ilişkiler çerçevesinde çaba sarfetmekte ve bunun karşılıklı ulusal çıkarlar yanında bölge barış ve istikrarına da ciddi katkıda bulunduğuna inanmaktadır. Bununla birlikte, Kafkaslar ve Orta Asya'da iki ülke çıkarlarının örtüşmediği hassas sorunların mevcut olduğu da unutulmamalıdır.
70 yıllık Komünist yönetimin Rusya'ya bıraktığı miras; harap bir tarım sektörü; ilkel bir sosyal altyapı; enerji, hammadde ve silah sanayi ürünleri dışında ihracat gücü olmayan geri bir ekonomi; felaket bir çevre ve azalan bir nüfustur. Sorunların hepsi dev boyutlu, çözümleri de uzun vadelidir. Global statüsünü tamamen kaybeden ve bugün bölgesel bir güç olarak kalabilmenin çabası içinde olan Rusya ekonomisinin büyüklüğü AB'nin 15'te biridir. Rusya'nın yaptığı toplam ithalat AB'nin yaptığının 30'da biridir. Tüm bu bilgiler ışığında, Orgeneral Kılınç'ın görüşü için herhalde. "Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı" demekten başka çare kalmıyor.