Ertuğrul Özkök'ün Pazar yazısını sevdim. Yaşama yumuşaklık, güzellik, romantizm farklılığı katan bir kadın imajının daha hoş, daha mutluluk verici olduğunu, kadını erkekten ayıran asıl özelliğin bu karakter farkları olduğunu anlatıyordu Özkök. 8 Mart'ta erkek gibi davranan, militan görüntüsü taşıyan, slogan haykıran kadınları itici bulduğunu söylüyordu. Ona göre kadınlar kadınsı özelliklerini kaybetmemeliydiler.
Bence teoride doğru bir yazıydı, pratik ise teoriye her zaman uymuyor. XX kromozomları belki de Sayın Özkök'ün dediği gibi kadına yumuşaklığı, olgunluğu, kısacası erkekten farklılığı veren nedendir. Yüzyıllar boyu da kadın bu özellikleri sürdüregelmiş ve hep kaybetmiştir. 2000'li yıllara gelindiğinde, dünyanın en ileri medeniyetlerinde bile kadın kaybeden 'cins'ti. Erkekler önce kendilerinin yaratıldığını, kadının ise erkeğin kaburgasından halkedildiğini hiç unutmadılar. Kadınların hep kendilerinden artanlarla yetinmeleri, susup kabullenmeleri gerektiğine inandılar. Kadın bir dekor gibi ortamı süslemeli, mutluluk vermeyi görev bilmeli ama sakın ha konuşmamalıydı. Bırakın haksızlığa, ezilmişliğe isyanı, itirazı, konuşması bile rahatsız edici bulunmak, şikayet nedeni olmak için yeterliydi..
Ama yaşam kurgulandığı gibi gitmiyor sonsuza kadar. Kadınlar 'ağzına vur, lokmasını al' karakterini korudukları sürece ağızlarına vurulup lokmalarının alındığını artık anladıkları için ister istemez "militanlaşmak" zorunda kalıyorlar. Açıkça yumruğunu sıkıp, başına bant takarak bağırmayan, dış görünüşte o istenen, kendisinden hep beklenen yumuşak görünüşü korumaya çalışanlar bile içlerinde hiç de öyle hissetmiyorlar.
Kısacası isyan ediyorlar artık.. İkinci sınıf vatandaş muamelesi görmek, erkekler kadar ve çoğu kez onlardan fazla çalıştıkları halde onlara verilen hakların kendilerinden esirgenmesi, bu hakları elde etmek için bile erkeklerden oluşmuş meclisleri, hükümetleri, 'üst düzey yönetimleri' razı etmek zorunda kalmak onları isyan ettiriyor.
Örneğin bugün Türkiye'de aynı şartlar altında, aynı işte çalışan ve aynı başarılara imza atan kadınlar erkeklerle aynı ücreti halâ, halâ alamıyorlar. Halâ bunun için mücadele vermek zorundalar.
Kibar kibar üzülüyor, rica ediyor, bazen dayanamayıp kibar kibar ağlıyorlar. Çünkü seslerini biraz yükseltir ve erkekler gibi dobra dobra hak aramaya kalkarlarsa vay hallerine.
Anında şirret, hırslı, dayanılmaz, sabırsız ve daha kimbilir hangi tanımlara yakıştırılırlar. "İş"in ötesinde aile içinde, toplumda, yaşamın her kesitinde karşılaştıkları haksızlıkları da tek tek saymayalım.
Sonuç olarak erkekler, 'kadın'ın neden değiştiğine şaşırmasınlar. Sorunun cevabı; değişmek zorunda olduğu için..
Bu değişiklik iki cinsin aynı haklara sahip olduğu, erkeğin sınırlarını bildiği, kadının ezilmediği gün gelene kadar da sürecektir.. Ne yazık ki!
Dün Pazar Sabah'ta çıkan "Şahsi fikri şahsınıza saklayın" başlıklı, Orgeneral Kılınç'ın konuşmasıyla ilgili yazım hakkında bir noktaya açıklık getirmek istiyorum.
Pazar Sabah, Cumartesi sabahı basıldığı için biz yazılarımızı Cuma günü yazıyoruz. Eğer güncel bir konuyu işlemişsek o arada benzer fikirleri duyduğunuzdan size tekrar gibi gelebiliyor. Nitekim ben yazıyı yazdıktan bir gün sonra aynı görüşlerin tüm liderler ve bakanlar tarafından açıklandığını gördüm.
Avrupa Birliği'ne girmek için bizden fazla fedakârlık istendiği doğru. Bunları 'aşağılayıcı' bulmakta da haklıyız. Ama unutmamalıyız ki seneler önce fırsatı kaçırmasaydık şu anda Yunanistan gibi AB'nin içindeydik.
Şimdi ise Helsinki Zirvesi'nde resmen aday ülke statüsünü almış durumdayız. Bunu sağlamışken vazgeçmemizin kime zararı dokunacağını da Saadet Partisi ve AK Parti'nin Orgeneral'in konuşmasına anında olumlu tepki vermeleri hepimize yeterince anlatmıştır umarım.
Elbette Türkiye AB'ye mahkum değildir ama rotasını değiştirmemek için de -mümkün olduğunca az taviz vererek- elinden geleni yapmak zorundadır. Ne demiş atalarımız, hep birlikte hatırlayalım;
"Öfkeyle kalkan, zararla oturur"