Gecenin kimbilir saat kaçı... Geceleri cin mısırı gibi olup, gündüzleri ciğerci kancasında unutulmuş koyun ciğeri örneği, güneş gevşekliğine uğrayan insanları o kadar iyi anlarım ki...
Gazete yazarlığı, okunması beş dakikayı geçen yazıları okumaktan sıkılanların yazarlığıdır. Hem bu huyu, kendi yaşam sürelerinde değiştiremeyecek, hem de yazarlıktan vazgeçemeyecek olanlar; sonunda gazetelerin köşesine takılıp takılıp kalırlar.
Günü birliği beş dakikalık okumalar ve günü birliği beş dakikada okunacak yazılar yazmayla; yedi bin yıllık seminer birikimleri, bir anda aşılır ve yazarla okuyucu her sorunu en kestirmesinden çözümleyecek bir yedinci boyut çalkantısında bütünleşiverir.
Ve bunu, saat gecenin kaçı olursa olsun, hep taze tutacaksın.
Bazen birinin aklı takılır bu garip ve enayi üretime:
- Doğrusu Tanrı'nın günü değişik bir konuda yazı yazmak da kolay değil, der.
Kendi yaşam geometrisinin dışına düşmüş çizgilere, ayrıca paye vermeyi kendi kişiliğine yakıştıramayan biri de:
- Alışmış kardeşim, der. Sen de alışsan, sen de yazarsın.
Doğrudur söylediği. Bir alışkanlık işidir yazı yazmak. Alıştın mı yazarsın. Alışabilmenin dışında, hiçbir zor yanı yoktur. Tıpkı sert tömbekili nargile içmek gibi...
Yani alt tarafı beş dakikada okunacak bir yazı yazmak da, nedir ki?..
Bugün de yazarsın, yarın da, öbür gün de... Bir yazı makinesi vardır, sonra bir tutam beyaz kağıt... Bir beyaz kağıt alır, takarsın makineye, çatır da çatır... Her alfabeyi sökmüş kişinin kolayca yapabileceği bir iştir. Hem adın sanın duyulur; hem dilediğine çatar, dilediğini över, üstelik her konuda gerine gerine akıl yürütürsün.
İlkokul birinci sınıfın daha yarısına gelmeden elde edilebilen böyle beleş bir meslek dururken; neden insanlar, kör karanlıklarda işe gitmek için kuyruklara dizilir, kapı kapı iş arar; yahut bir sermaye bulup, bir iş yeri kurmak özlemiyle yanıp tutuşurlar, anlaşılmaz.
Al kağıdı, tak makineye... Çatır da çatır... Ertesi gün yine al kağıdı, tak makineye, çatır da çatır...
Ertesi gün de yine al kağıdı, tak makineye, çatır da çatır...
Yirmi, yirmi beş yıl kadar, her gün yazdın mı, zaten alışıyorsun... İster sabahın sekizi, ister gecenin dördü olmuş; önemi yok, hemen oturup yazıveriyorsun...
Aslında çok insan çakmıştır bu kolaylığı... O yüzden de mesleklerin en yaygını bu meslek olmuştur. Yazının icadından bu yana, yeryüzüne gelen iki kişiden biri, yazar olmak; öteki de, onun yazdığını beğenmemek için doğar.
Ben ise bunu çok geç anladım. Çünkü ben iki kişiden birinin değil, ikisinin de yazar olarak doğduğunu sanıyordum. Meğer bir tanesi yazar olarak doğuyor, öteki de onu beğenmemek için doğuyormuş. Yoksa ikinci kategoriden olmak dileğiyle; babamın doğumuma neden olan kozmiklerinden secdelere yatarak ricada bulunurdum. Ve gözüme kimin satırı ilişse, dudağımı büker:
- İş yok, derdim.
Bu fiyakayı bir türlü tadamadım. Yazı beğenmemek, kendimi beğenmemek kadar zor gelir bana...
O emek, o satır başları, o noktalar, virgüller, o anlatım mimarisi, o zekâ yakamozları, o yeni bakış açıları, o psikolojik derinlik, o nefes, o kalem kıvraklığı, o hırçınlıktaki kahkahalarla, kahkahalardaki hırçınlıklar; beni her zaman yüreğimden yakalayıp götürür ve mutlaka beğenirim. Nasıl beğendiğime kendim de şaşarım ama, mutlaka beğenirim. "Fena değil", "bayağı güzel" türünden dirhem dirhem de beğenmem. Ağız dolusu beğenirim. Takvim arkası fıkrasından, kartvizit üstü ricasına kadar, hangi yazıyı görsem, beğenirim. "Olağanüstü güzel, bundan daha güzeli olmaz" derim.
En beğendiklerim de, miniklerin; kalemi ta dibinden, sımsıkı tuta tuta, dudaklarının köşesinden azıcık dışarı çıkmış dilleriyle; eğri büğrü yazmaya çalıştıkları, "at, ot, top, tut" gibi, kağıtta ilk kez biçimlenmeye başlayan o mucizeli sözcüklerdir.
Ben hiçbir zaman o kadar özenlisini yazamadım.
Bizimki alışkanlık... Ve alt tarafı sabahın dördü de olsa; beş dakikada yazılmışçasına, beş dakikada okunacak bir yazı...
Mesleğin kolayını seçmenin de, bazı görünmez zorlukları var galiba; eh o kadar da olacak tabii, sabahın saat dördünde makinenin başına oturmak gibi...
Not: 17 yıl önce yazılmış bir yazı... "Güneş"ten...