Kalp krizine yenik düşen Ömer Umar'la Londra'da BBC Türkçe bölümünde birlikte çalışmıştık. Son gördüğümde; "Bizi çok kişi akraba zannediyor. Lütfen sen de bozma" demişti...
Ömer Umar'dan üç gün haber alınamadığını yazan gazeteler, dördüncü gün onun morgda yakınları tarafından teşhis edildiğini bildirdiler.
İstanbul dışında olduğum için cenazesine katılamadığım Ömer Umar'la ilişkim çok eski bir iş arkadaşlığıyla başlamış, uzun yıllar devam etmişti. Onu ilk defa 1960 yılında Londra'da BBC Türkçe servisinde çalışırken tanımıştım.
Batı klasik müziğinin gerçek bir tutkunu olan Ömer Umar, Londra'dan döndükten sonra Suna Kan, İdil Biret ve Ayla Erduran gibi ünlü sanatçılarımızın CD'lerini yaparken, Borusan Kültür Merkezi'nin sanat danışmanlığını da yürütüyordu.
Türkiye'ye sayısız ünlü sanatçıyı klasik müzikseverlere yıllarca dinleten Ömer Umar'la son görüşmemiz Fazıl Say'ın bir konserinden çıkarken oldu. Her zamanki gibi hazırladığı son CD'leri ne kadar zorluk çekerek tamamladığını anlattı ve ayrılırken kulağıma eğilip, "Leylâ, bilirsin, aynı soyadını taşıdığımız için bizi hep aynı aileden sananlar çoktur. Ben de hiç bozmadan akraba olduğumuzu söylüyorum; sen de bozma lütfen" dedi.
1955'te Milliyet'te muhabirliğe ilk adım attığım gün Abdi İpekçi elimden tutup en üst kattaki bir odaya götürmüştü. İçerideki kalabalık erkek grubu gazeteye adım atan ilk kadın muhabirini görünce kısa bir şaşkınlık ve suskunluk nöbeti geçirmişti. Abdi, "Arkadaşlar Leylâ gençlik arkadaşım; lütfen ona yardımcı olun" gibisinden klâsik bir cümleyle beni orada bırakıp gidince her kafadan bir ses çıkmaya başlamıştı.
Kırmızı karanfilini yakasından hiç eksik etmeyen Ümit Deniz, Sami Kohen, İzzet Sedes, Halit Çapın ve Halit Kıvanç; hep birlikte beni selâmladılar. Ve gazeteciliğin inceliklerini her gün, kendi yazdıkları makaleleri bana bizzat yüksek sesle okuyarak, gazeteciliği öğretmek için birbirleriyle yarış ettiler. Tabii bu okuma seansları bittikten sonra, kendi haberlerimi yazabilmek için bana verilen ufacık masada gürültüden nasıl kıvrandığımı hiçbir zaman unutmadım.
Halit Kıvanç'la yollarımız beş yıl sonra BBC'de tekrar kesişti. Oraya staj yapmaya gelmişti.
Atatürk adlı kitabın yazarı Andrew Mango nefis Türkçesi'yle bizlerle hem arkadaşlık yapar; yayın zamanında da genel yönetmenliğini tüm ciddiyetiyle sürdürürdü.
Bir süre önce Halit Kıvanç anılarını topladığı kitapta bir fotoğraf yayınlamıştı.
O fotoğrafta Can Yücel'in başının etrafında kırmızı bir çember geçirilmişti. BBC haberlerinin en neşeli, en küfürlü, en çakırkeyif ve en unutulmaz kişisi Can Yücel'in artık aramızdan ayrıldığını o kırmızı daire ile belirtmişti Halit.
Can'ı, haber okuyacağı akşam saatlerinde tek bir kere ayık görmediğimiz için gönüllü olarak ya Ömer Umar, ya da ben onun yerini alırdık. Tabii ertesi gün Can hiçbir şey hatırlamazdı.
Halit Kıvanç'ın kitabında kullandığı bu tarihi fotoğrafta hayatta kalanların sayısı Ömer Umar'ın ölümüyle daha da azaldı.
Her Türkiye ziyaretinde daha dinçleşmiş bir Andrew Mango, sunuculuğunu aynı tempoda yürüten Halit Kıvanç ve bendenizden başka kalan olduğunu sanmıyorum o fotoğrafta. Ve Ömer Umar'ın fotoğraflarındaki başına halka geçirmeye hiçbirimizin yüreğinin dayanacağını sanmıyorum. Çünkü o da Can Yücel'in şiirleriyle dünyaya kattığı güzelliği bize dinlettiği ve dinleteceği müzikle devam ettirecek.