Gazeteler, onca uyarı, önlem ve çabalara rağmen; Bayram'daki kurban kesimlerinin kanlı ve ilkel bir görünümden kurtarılamadığını yazıyorlar.
"Çağdaş uygarlık düzeyine" bir türlü erişemediğimizi, her fırsatta Türk milletinin burnuna sokup durmak; çok mu yurtseverce bir girişim yani?
Önce TV kanallarında yoksulluk ve perişanlık görüntüleriyle; su baskını, sel afeti, deprem felaketi gibi kötü olayların yansıtılmasını yasaklarsın. Sonra da basında, Türk milletine berbat koşullarda yaşadığını anlatmaya kalkarak halkın moralini bozmaya çalışanları cezalandırırsın.
Hele kurban bayramlarındaki ilkel görünümlerden söz etmek falan; düşmanların ekmeğine yağ sürmek anlamına gelir.
Vatanını ve milletini sevenler; Türkler'e Türklüğü yücelten ve okullarda çocuklara da ezberletilmesi gereken, şöyle hamasi manzumelere göre davranmalıdırlar:
İlkelliğin önünde Türkler asla eğilmez!
Türk zekâsı çağlara ışık tutmuş bir büyü...
Türk demek, "uygar" demek; birkaç kendini bilmez,
Sürdürse de bayramda kanlı bir görüntüyü.
Ekonomik durumu felakete doğru sürüklenen yoksul bir ülkeye Ğki bu Türkiye de olabilir-; Başkan Bush, üç-beş uzman göndermiş.
Yoksul ülkenin insanları yalvarmaya başlamışlar uzmanlara:
- Biz hiçbir şeyi doğru dürüst göremiyoruz. Bütün başımıza gelenler ondan. Siz önce bizim gözlerimizi açın...
Amerikalı uzmanların başı gülerek, Nasreddin Hoca'nın bir fıkrasını anımsatmış:
- Biliyorsunuz vaktiyle Hoca'ya, gözleri doğuştan görmeyen genç bir kız getirmişler:
"- Hoca, demişler; mucizeni göster de, okuyup üfleyip açıver şu zavallı kızın gözlerini.
Hoca:
"- Benim, demiş, Tanrı ile aramda iş bölümü var. Böyle durumlarda belden yukardaki delikleri açmak ona ait; sadece aşağıdaki delikler bana... Kızın gözlerinin açılmasını istiyorsanız Tanrı'ya yalvarın. Ama belden aşağıdaki bir deliğinin açılmasını istiyorsanız, o zaman bakabilirim çaresine...
Ve uzmanların başı, medyada yaygın bir deyimle "anlamlı anlamlı" susmuş...
Türkiye'nin, Avrupa Birliği üyeliğini ıskalamaması gerektiğinde haklı bir ısrarı sürdüren Mesut Yılmaz; kendi oligarşilerinin gizli bir sömürgesi durumundaki çağ dışı ülkelerde de; egemenlerin, "bağımsızlıklarını savundukları" gerekçesiyle, asla değişmek istemedikleri üstünde durarak; Ankara'da, AB üyeliği için mevcut uygulamalardan vazgeçilmesi gerekenlerinin hiçbirini değiştirmeyi kabul etmeyenlere, söylentilere göre şu fıkrayı anlatıyormuş:
Bir doktor, kendisine gelen hastayı muayene ettikten sonra:
- Önce, demiş, sigarayı bırakın.
- Ben sigara içmem ki doktor...
- Öyleyse içkiyi bırakın.
- Ben içki de içmem...
- Kahveyi bırakın.
- Ağzıma koymam kahveyi...
Doktor:
- Hımm, demiş, şayet vazgeçebileceğiniz bir şey yoksa, ben sizi kurtaramam.
Bektaşi'ye sormuşlar:
- Bir Leninist ile insan zekâsının da, Kozmos'un dışında kendine özgü ayrı bir "olgu" olamayacağına inanan "monistler" arasında ne fark vardır?
Bektaşi:
- Leninistler, demiş; insanlığı ateşli hastalıklardan da, ancak kendileri türünden siyasetçilerin kurtarabileceğine inanırlar. "Monist"ler ise, Kozmos olanaklarını insan iradesi içine almak demek olan, teknolojideki aşamalar sayesinde Dr. Alexander Fleming'in, penisilin'i bulduğu zaman kurtarabileceğine... Sorun, teknolojinin önünün kapatılmamasındadır. Teknolojideki aşamalar sayesinde insanlık "taş devri"nden "uzay çağı"na geldi. İnsanlık "değişimciler-tutucular" çatışmasını her zaman aşarak, sürekli ileriye gider. Enseyi karartmayın...