Günlerce TV'lerde ilk haberdi, gazetelerde de öyle.. Bayındırlık Bakanlığı'ndaki yolsuzluklar, usulsüz ihaleler bir bir anlatılıyor, müsteşarlar doğruluyor, bürokratlar tutuklanıyordu. Bakan Koray Aydın döneminde trilyonlarca lira zarar vardı ve müteahhitler Bakan'ın babasının şirketinden alışverişe mecbur edilmişti.
Koray Aydın bu nedenle bakanlıktan istifa etti. Normal olarak siyasetten de istifa etmesi gereken Aydın'a kısa süre sonra Meclis'te "iade-i itibar" yapıldı. Birkaç gün önce ise yıldırım hızıyla (2 ayda) incelemeleri tamamlayan Meclis Soruşturma Komisyonu tarafından aklandı. Yüce Divan'a gönderilmesine gerek kalmadı.
MHP'li bir üyenin Komisyon'da aksi yönde görüş belirten, diğer partilerden üyelerin üzerine yürüdüğünü duyduk.. Bir diğer partili de vekillerin dokunulmazlığının korunması gerektiğini söylemiş ve "siyasetçileri yangının önüne atmayalım" demiş.
Soruşturma Komisyonu'nda "Yeterli delil toplanmadı. En azından 10 ihale incelenmeliydi" diyen üyeler var.. Demek ki karar yeterli çalışma yapılmadan, deliller toplanmadan verilmiş.
Buna rağmen Komisyon Başkanı "Arkadaşlarımın hepsi de kendilerinde oluşan kanaati değerlendirerek karar verdiler. Benim de vicdanım rahat" diyebiliyor.
Ben de soruyorum, hem bu Başkan'a, hem o Komisyon üyelerine ve hem de topluma;
Bunun adı adalet ve demokrasi mi oluyor şimdi? Bir yanda elinizde yeterli delil olmadığı halde iş adamlarını, banka patronlarını hapsedeceksiniz, prestijiyle oynayacak, aylarca şirketlerine, ailesine ve kendisine cehennem azabı çektireceksiniz. Her türlü gerçek dışı suçlamayı 'iddia' diye basına sızdıracaksınız. Öte yanda usulsüzlük, yapanlar tarafından açıklandığı halde birilerini aklayıp, iade-i itibar yapacaksınız..
Bu ne hoş (!) ne tek yanlı adalet, ne güzel (!) sistem böyle.. Bir de "dokunulmazlık korunmalı"ymış.. İyi, korunsun ama biz de istiyoruz aynı dokunulmazlıktan!
(Devam edecek)
İşte Türkiye'ye bir tane bundan lâzım. Aklımızın almadığı bir sorun ortaya çıktığında getireceksin sorumlularını, bağlayacaksın yalan makinesine; 'Haydi anlat anacım, dök içini rahatla' diyeceksin.
Yalan söylemişse, önce bir meydan dayağı.. Veya acaba falaka mı daha iyi olur? Sonra da önce afişe edip arkasından hayatının sonuna kadar devletle iş yapmamasını sağlayacaksın.
İnanın bana bizi ancak bu adam eder.. Hani ABD'de ve bazı Avrupa ülkelerinde trafik suçlularının boynuna suçunu yazıp sokaklarda dolaştırıyorlar ya, öyle bir şey..
İnsanların canı söz konusu olduğunda bile siyaset, oy avcılığı ve para önde gidiyor. Binlerce insan kaybedilebilirmiş önemli değil.
Biliyorsunuz deprem önlemi olarak "Yapı Denetim Şirketleri" kanunla zorunlu kılındı. Her yapı denetlenecek ve garanti verilecek.
Bu kanunun iki istisnası var:
1) Devlet binaları (Belediyeler ve devletin yaptığı, devlet kuruluşlarının bulunduğu binalar)
2) 180 m2'ye kadar olan evler
Nedenini düşünün bakalım bulabilecek misiniz? Kendi partililerine para kazandırma kaynağı olan kamu binaları ile gecekondular aklınıza gelecek mi?
Son depremde Afyon'da 39 adet kamu binası yıkılmış. Geri kalanı da tek katlı (180 m2'den küçük) evler.. Gecekondular..
Koskoca Sanayi Sitesi yıkıldı, sorumlu çıkmadı. Ne denetlemek zorunda olan, iskân izni veren Belediye, ne teslim alan yetkililer cezalandırılmadı.
Ve halâ bu rezalet kanundaki istisnalarla devam ettirilmek isteniyor..
Halâ deprem bölgelerinde yıkılan binaları yapan müteahhitlere yeni yapım görevleri veriliyor.
Bu memlekete bir yalan makinesi ve bir falaka lâzım..
Toplumu uyandıracak bir de tokat diyemiyorum. Tokatın en büyüğü bile bizi uyandırmıyor ne yazık ki!