Sandığın eski İstanbul'da ayrı bir yeri vardı. Evlenen kızın zenginliği, çeyiz sandıklarının sayısıyla ölçülürdü. Kayınvalideler gelinlerine laf oturtmak istediler mi:
- Ben, bir kırık masayla değil; yirmi sandık çeyizle gelin oldum, derlerdi.
Dünyaya bir kız evlat geldi mi, çeyiz sandığının içi de, onunla beraber büyürdü.
Üstü renkli resimlerle süslü teneke kaplı, ucuz sandıklar vardı. Köyden gelen beslemelerle bahçıvanlarınki bunlardandı. Kapağın iki ucundaki menteşeli, uzun, ortası delik dişi dilleri yine sandığın iki tarafındaki yarım yuvarlak erkek dillere geçer; üstüne de birer küçük asma kilit asılırdı.
Cevizden, serviden, limondan olanlar pahalı sandıklardı. İçleri mis gibi kokar; bu serin, iç açıcı, tiril tiril koku sandığa konan çamaşırlara da sinerdi. Ayrıca sandıktaki çamaşırların arasına, torba içinde kuru lavanta çiçekleri de sıkıştırılırdı.
Büyükannelerin sandıkları esrarlı sandıklardı. İçinde ne bulunduğunu kendilerinden başka kimsecikler bilmez; odalarına çekilir, kapıyı kilitler, sandıklarını öyle yerleştirirlerdi. İkindi üstü misafirliğe gelen komşular:
- Büyük hanım nerede yok mu, diye sordukları zaman:
- İçerde sandığını yerleştiriyor, diye cevap verilirdi.
Henüz yatak odalarına aynalı dolap, tuvalet masası, komodin gibi eşya pek girmemişti.
Pirinç topuzlu karyolalar gelin odalarında rastlanan büyük lükstü. Duvarın dibinde üstü mermer, geniş çekmeceli bir konsol; konsolun da üstünde, kalın çerçevesi altın yaldızlı bir ayna dururdu. Bu çerçeveler hep oymalı olurdu. Aynanın önünde daima bir örnek iki lamba bulunurdu. Bu lambalar, pembe yahut mavi ayaklı gaz lambalarıydı. Uzun şişelerin üstünde buzlu yuvarlak fanuslar vardı. Bunları yakmak pek adet değildi, daha çok süs diye dururlardı.
Konsolun yanındaki köşede de, iri kıyım servi sandık lök gibi otururdu. Bazıları yeni aldıkları elle döndürülen dikiş makinelerini, bu sandığın üstüne koyarlardı.
Sandıkların kilitleri de biçim biçimdi. Açılıp kapanırken çin diye ötenleri özellikle çocukların ilgisini çekerdi. Evin hanımları:
- Ne olur bir daha açsana, ne olur bir daha kapasana yalvarmalarından usanırlardı.
Gelenek olarak sandık, kimsenin, hele çocukların yanında katiyen açılmazdı.
Eğer çocuklar anneyi sandığının başında yakalamışlarsa; ya çocuklar:
- Haydi bakayım işinize diye uzaklaştırılır, yahut sandık:
- Of aman sizden bir dakika rahat yok ki, şikayetiyle hemen kapanırdı.
Sandık yerleştirmek de ev kadınlığının bir göstergesiydi. Ne bulursan sandığa tıkıştırmak affedilir günahlardan değildi. Çamaşırlar bohçalara konur öyle yerleştirilirdi sandığa... Bohçaların da orasının burasının sarkmamasına dikkat edilir; bohçanın uçları birbirinin üstüne şöyle sıkıca çekildikten sonra, bir tanesi ötekilerinin üstüne örtülür ve o da iyice çekildikten sonra, çengelli iğneyle tutturulurdu.
Mendil, başörtü, yemeni, yazma bohçaları daha küçük olurdu. İç çamaşırlarının bohçaları ise daha büyüktü. Mevsimden mevsime hanımlar:
- Yazlıkları sandıktan çıkardım; yahut kışlıkları sandıktan çıkardım, diye konuşurlardı.
Evdeki büyük hanımlardan birine bir emri hak vaki olduğu zaman; mirasçılar, kendi klikleri arasında fısıldaşırlardı:
- Sandığı açıldı mı?
- Sandığını bize göstermeden açmışlar.
- Sandığından ne çıktığını bize söylemediler...
Aileler arasındaki büyük miras dargınlıkları; sahibi göçüp giden eski sandıkların açılma protokolüyle yeşerir, dal budak sarar ve derin bölünmeler yaratırdı.
Çünkü bu sandıkların dibinde bazı değerli anılar, mücevher kutuları da bulunurdu.
Ve ölüp gidene hastalığında en çok kim baktıysa, sandıktan çıkanları kendisinin tabii hakkı sayardı. Daha cenaze kalkmadan, usulca sandığı kurcalayan kızlar ve gelinler olurdu...
Çamaşır sandıklarından başka mutfakta büyük erzak sandıkları; bodrumlarda odun, kömür sandıkları; kilerlerde un, salça, erişte, tarhana, reçel sandıkları sıralanırdı.
Sandıklar büyük şehirlerde gitgide gömme dolaplara, şifoniyerlere, Amerikan tipi fiyakalı bavullara dönüştü...
Şimdi artık sandığın en önemli sayıldığı yer seçimler...
Gerçi bazıları bunun da, sandık değil, dolap olduğunu söylüyorlar ama, siyasetçiler katiyen kabul etmiyorlar bunu... Ve nüktedanlar kafiye düşürüyorlar:
Diyerek sandık sandık
Bir şey olacak sandık
Yıllar geçti aradan
Ve sadece usandık...
Not: 35 yıl önce yazılmış bir yazı...
"Akşam"dan...