Hepimiz mavi gözlerinden dürüstlük ve iyilik akan o adamı çok sevmiştik. 16 Ağustos'u izleyen o panik günlerinde bize emin ellerde olduğumuz hissi veren biriydi o.
Aykut Barka'yı kaybetmenin acısı içinde, onunla ilgili bir başka gerçeği daha öğrendik. Biz, hayatı boyunca onun emeğinin karşılığını ödememiş, ona maddi sıkıntılardan uzak bir hayat yaşatamamıştık. Dünyanın en saygın üniversitelerinden gelen cazip teklifleri reddedip burada bizimle kalmayı seçen o idealist insana, kendisine yeni bir bilgisayar alacak kadar bir maddi imkanı bile sağlayamamıştık.
Bunlar ölümünü izleyen günlerde gazetelerde çarşaf çarşaf yazılan bilgiler. Ama işin garibi şu ki, bütün bunlar, "devletin bir ayıbı" olarak yazıldı çizildi. Kimse bu haberleri okurken, onun çektiği sıkıntılardan kendini sorumlu hissetmedi. Onu çok seven arkadaşları, tabutunun başında göz yaşları döken öğrencileri bile, Barka'ya yapılan bu haksızlıkta bir paylarının olduğunu düşünmedi.
Oysa, Barka ve onun gibi nice değerli bilim adamımıza yoksulluk sınırında yaşamayı reva gören asıl bizleriz. Onlardan aldığımız hizmetin, çocuklarımızın onlardan aldığı eğitimin bedelini ödemeye yanaşmayan bizler...
Ama bakıyoruz ki kimse bu sorumluluğun farkında değil. Barka'nın otuz yıllık arabasını yenileyememesine kahreden insanlar, aynı zamanda üniversite harçlarının arttırılması ihtimali karşısında ateş püskürüyor.
Önümüzdeki günlerde bu çelişkili tutumun bir kez daha ortaya çıkışına tanık olacağız. Hükümetin hazırladığı ve yüksek öğrenimde yeni bazı düzenlemeler getiren yasa tasarısı yoğun bir biçimde tartışılmaya başlanacak.
Ve göreceğiz ki, üniversite öğretim üyelerinin maaşlarının utanılası düşüklüğüne isyan eden insanlar, üniversite harçlarının yükseltilmesine de aynı şiddetle itiraz edecek ve bu iki tutum arasındaki çelişkiyi hiç düşünmeyecekler.