Kaza karakterimizi değiştirdi
Behiç Özek ile Tümay Kalaycıoğlu ölümle burun buruna gelince hayata ve insanlara daha olumlu bakmaya başlamışlar
Saatler 23:00'ü gösteriyordu. Uçaktaki panik atlatılmış, yardım gelene kadar hayatta kalma mücadelesi başlamıştı. Tümay Kalaycıoğlu ateş yakmak için uçaktan atladı; dizlerine kadar kara gömüldü. Sağ ayağı çok kötü durumdaydı. Her taraf ağaçla kaplıydı. Uçak çarpmadan dolayı yamulmuştu. Ateş yakılması gerekiyordu; bunun için önce uçaktaki koltuklar söküldü; sonra herkes ceketini çıkarttı. Bir ara gözleri çantaları ve içindeki evraklara takıldı. Onları da yakacaklardı. Her biri çok önemli projelerin evraklarıydı. Tümay tek tek bunları uçaktan aşağı attı; sonra da uçaktan uzağa sürükledi. Ayağı sekiyordu. Kuru ağaç bulmak neredeyse imkansızdı. Behiç Özek ise çok zor durumdaydı. Donmaya başlamıştı... Kaptan pilot Mahmut Sevimli ve yardımcı pilot İbrahim Doğan'ın da durumları ağırdı.
Kurtarma helikopteri tipi yüzünden kalkamıyordu
Cep telefonu sayesinde kurtarma ekipleriyle temasa geçilmişti. Tepe Savunma, AKUT, Jandarma... Herkes seferber olmuştu. Ama uçağın yeri bulunamıyordu. Helikopter havalanıyor ama hava muhalefeti nedeniyle tekrar inmek zorunda kalıyordu. Sonradan zayıf bir sinyal alındı ve kazazedelere 'Yerinizi bulduk' mesajı ulaştırıldı. Ama dakikalar geçiyor; yerleri bir türlü bulunamıyordu. Çünkü kurtarma ekiplerinin aldığı sinyal uçağa değil, bir denizaltıya aitti. Ama bunu o an kimse bilmiyordu...
Kar şiddetini artırmıştı. Behiç Özek anlatıyor: "Tümay yardım bulmak için gitmek istiyordu ama ben gitmesini istemiyordum. O çok farklı bir psikolojiydi. Ya bizi bulup, Tümay'ı bulamazlarsa... 'Öleceksek hep birlikte ölelim Tümay' dedim. Öleceksek hep birlikte ölelim..."
Artık kurtarma ekipleriyle kazazedeler arasında cep telefon hattı kurulmuştu. Arayan jandarmaydı:
"Şimdi ateş edeceğiz. Silah sesinin nereden geldiğini söyleyin" diyorlardı. Askerler ateş ediyordu ama Tümay sesi sadece telefondan duyuyordu. Çünkü jandarma da o an kazazedeleri Uludağ'ın 80 kilometre uzağındaki Armutlu'da arıyordu. Geçen her dakika ölüme biraz daha yaklaşılıyor; alevlenen umutları tek tek sönüyordu.
Sağ bacağım donuyordu bir şey hissetmiyordum
Kurtarma ekiplerinin çok uzakta olduğunu öğrendiklerinde moralleri çok bozulmuştu. Kaza yeri cep telefonu sinyaliyle bulunduğunda saat sabahın 4'üydü. Yakında gün ışıyacaktı.
Behiç Özek devam ediyor: "Aklıma gelen tek şey sevdiklerimdi; eşim, çocuklarım, ailem... Acım giderek artıyor, dayanılmaz bir hal alıyordu. Sağ bacağım donmak üzereydi. Mosmor olmuştu. Onu hissetmiyordum. O an, evet o an, bir mucize gibiydi, bir ses duydum. Tümay dışarıdaydı. Ses uzaklardan geliyordu. Hepimiz sustuk. Bu bir sela sesiydi. Tümay! Tümay! Duyuyor musun sesi diye bağırdım!"
Aniden ezan sesi duydum Allah'ın bir işaretiydi bu!
Tümay Kalaycıoğlu ise o sırada, ayakkabısını çıkartmış, ayağını köz halindeki ateşe sokuyordu. Çünkü ayağı donmak üzeriydi. Telefonun şarjı da bitmişti. Ateşi kuvvetlendirmek için kravatını bile yakmıştı: "Artık kendimi tutamıyordum. Allah'ım dedim, zenginlik, para pul ne kadar ufak şeylermiş. Eğer bizi öldürecek olsaydın uçak düştüğünde öldürürdün. Pes etmeyeceğim Allah'ım, diye haykırdım. Pes etmeyeceğim! Sesim dağda yankılandı. Saat 23'ten 5'e kadar dışarıdaydım. Bir işaret ver Allah'ım, diyordum. Bir işaret... O sırada ormanın içinde bir ses yayılmaya başladı. Kulak kabarttım... Heyecandan kalbim duracak gibiydi. Bu sela sesiydi! O an hissettiklerimi tarif edemem. Behiç'in yanına gittim. 'Ben sese doğru gidiyorum Behiç' dedim. 'Git' dedi. Sonra ayağımı sürüye süreye karların içinde sesin geldiği yere doğru yürümeye başladım."
Çok zor bir yürüyüştü bu. Çünkü o an farkında değildi ama sağ bacağı kırıktı! Saatlerdir kırık bacağıyla koşuşturup duruyordu. Selanın ardından ezan başladı. O sesi takip ediyordu. Ezan bittiğinde orman derin bir sessizliğe gömülmüştü.
"Hem yürüyor hem ağlıyordum. O an görmek istediğim tek şey neydi biliyor musunuz? Asker! Başka hiçbir şey görmek istemiyordum. O kurtuluşun simgesiydi. Bir yol ayrımına geldim. İki yol vardı. O an sol tarafta bir karartı gördüm, yılan gibi kıvrılıyordu. İncecikti. O yöne doğru gittim. Gördüğüm bir pınardı! Suya ayağımı soktum, ayağım saatler sonra toprağa değiyordu. Karın üzerine oturdum; çocuklar gibi ağladım. Sonra göz yaşlarımı silip, yürümeye devam ettim."
Tümay Kalaycıoğlu, kırık ayağıyla pınarı takip etmeye başladı. Her adımda hayat belirtisine biraz daha yaklaşıyordu. Birileri olmalıydı. Az ötede istiflenmiş meşe odunları gözüne çarptı. Heyecanı giderek artıyordu. Uzaklarda kırmızı damlı evler görülüyordu artık. Bacaları tüten evler. Kurtuluşa ramak kalmıştı. Ve nihayet Tümay Kalaycıoğlu'nu farkeden yaşlı bir adam onu sırtladığı gibi evine taşıdı: "Nereden geldiğimi sordular. Uçağımız düştü dedim. Birkaç dakika sonra da polisler geldi. Onlara 80 derece sol tarafı takip edin, sonra da 10 derece sağ, dedim. Lütfen arkadaşlarımı bulun diye yalvardım. Bana sıcak süt verdiler. Hepsinden Allah razı olsun! 9.5 saat kırık ayağımla mücadele etmişim. 'Arkadaşlarınızı bulduk' haberi geldi. Sonra kendimden geçmişim. Gözümü hastanede açtım..."
Omurilikte sorun vardı yürüyemeyebilirdim...
Saat yediyi biraz geçiyordu ki uçağın içinde acılar içinde kıvranan Behiç Özek, kurtarma ekipleriyle göz göze geldi. Bir duygu patlaması olmuştu. Kimse gözyaşlarına hakim olamıyordu. Behiç Özek helikopterle hastaneye taşındı. Sol ayağı donmak üzereydi ve doktorlar kesilip kesilmemesini konuşuyorlardı. Dili parçalanmıştı; yüzünün her bölgesinde kesikler vardı ve vücudunun sağ tarafı çarpmadan dolayı mosmordu. Göğsündeki kemiklerin ise çoğu kırktı.
En önemlisi ise omurilikteki parçalanmaydı. Sinirler tahrip olmuştu. Özek'in beline ameliyatla platin bir tabaka takıldı. 3 gün komada, 2 hafta da hastanede kaldı: "Artık tekerlekli iskemledeydim. Odam denizi görüyordu. Tam karşımızda Çınar Otel vardı. Düşündüm... Bir hafta önce orada toplantı yapıyordum. Bugün o otelin karşısında tekerlekli iskemledeydim. Hayatın ne getireceği belli olmuyor..."
Ağrılar önemsiz çünkü bu zaten ikinci yaşamım
Tümay Kalaycıoğlu Bursa'daki hastanede gözlerini açtığında yüzü şişmişti. Çenesi eklem yerinden kırılmıştı; ağzını açamıyordu. Kulağının içindeki dengeyi sağlayan parteküler parçalanmıştı, sürekli başı dönüyordu. Dişlerinin tümü kırıktı. Ama hayata dönmüştü işte: "Ağrılarım hâlâ sürüyor. Ama inanın hiç önemli değil, çünkü bu bana verilen ikinci yaşama şansı. Sevdiklerim yanımda. "
Bülent GÜNAL
|