kapat
30.12.2001
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 İSTANBUL
 NET YORUM
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 PAZAR SABAH
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Hayat herkesle dalgasını geçer

Sonunda benim de başıma geldi; aşk yazdım ama ne yazar! Aşkın meşkin televole şapkası ve çığırtkanlığın egemen dünyası daha baskın çıktı!
"Haşmet Babaoğlu aşk yazıyor... aşk!"

Tamam... Ama ne olmuş!

Bu kadar bağırmaya gerek var mıydı?

Hiç utanmam, hiç çekinmem, tersine bütün kalbimle savunurum: Aşk yazdım ve yazacağım...

Mıymıntılıklarını, ruhunu buz kestiren hesapçılıklarını, korkularını, kırgınlıklarını "aman, ikide bir aşk yazılır mıymış!" türünden burun ve duygu kıvırtanlar umurumda değil!

Ancak önemli bir nokta var: Ben aşk kadar "aşka benzer" ilişkiler üzerine de, kadınla erkeğin bütün karşılaşmalarında çakan kıvılcımlar üzerine de yazdım, yazıyorum.

Neden birleşiyor, neden ayrılıyoruz?

Neden bizi birbirimize bağlayan o büyülü "ilk manzaralar" bir daha geri gelmiyor?

Neden kalabalık mekanlarda birbirilerine aşklarını ilan edenler yine kalabalık ve anonim yerlerde ayrılıyorlar?

Neden iyi vakit geçirme arzusu modern ilişkilerin çanına ot tıkıyor?

Bu sorulara da yanıtlar aradım, arayacağım.

Ve...

Aşk yazmak, ille de aşk üzerine yazmak değil ki!

Bazen bir mönüden aynı yemeği seçmemenin acısını bilirim.

Bazen bugün nefret edilen bir arkadaşın yarın ve her nedense en sıkı fıkı olunan hale gelmesindeki dinamikleri önemsiyorum.

Çayın dostluk çağrısı ile kahvenin erotik çekiciliği arasındaki farkı sorguluyorum.

İşte bu yüzden...

Evet, işte bu yüzden köşemdeki "Aşk yazıyor" ibaresinden rahatsız olmaya başladım.

Aşk şarkı olmayacaksa...

Ya da sevginin sevinçleri ve acıları artık bastırılamayan bir çığlık haline gelmemişse...

Bu kadar "yüksek ses"e; bu kadar

"vurgu"ya gerek yok, değil mi?
Aşk da orada işte, ayrılıklar ve kavuşmalar da orada!..

Sorular ve belirsizlikler orada! Şiddet ve dinginlik, dert ve deva, orada...

Üstünü çizecek kadar altını çizmeye gerek yok, değil mi?

***

Biliyorum, ortalığı saran "aşk edebiyatı" bazen bıktırıyor insanı ve aşkın önüne geçiyor!

Biliyorum, bazı yazarlar okurların sevgisini kazanmak için kağıttan heyecanlar üretebiliyorlar!

Biliyorum, bazıları da ucuz şairaneliğin akbabalarına yem yapıyor aşkı!

Olsun!..

Ben, beni ilgilendirenin peşindeyim. Ben her şeyden önce kendi sorularımın peşindeyim.

Benim için aşk bir "duygu seli" filan değildir, aşkın bizim kendi gövdelerimizden başka gövdesi yoktur...

Aşk biraz kırmızıbiberdir; eriyen metaldir... Hem şehadet hem günahtır... Ateştir. Cehennemdir ve aynı zamanda "kayıp cennetimiz"dir bizim...

Biraz akıl, biraz duyguyla duvarlarını ördüğümüz hayat hapishanesinin duvarlarını yıkıp geçen mucize güçtür aşk...

Bazen de sıradan bir nostalji, uyuşuk bir anı, unutulmuş bir dost gibidir.

Ben bundan böyle de yazacağım aşkı...

İlişkilerimizi de sorgulayacağım.

İlişkilerimizdeki barışı ve terörü çözümlemeye çalışacağım.

Mehtabı kamyon tekerleğine benzeten erkeklerin neden şairlerden daha iyi aşık olduğunu düşüneceğim.

"Seni seviyorum" sözünün nasıl hem bu kadar bayat, hem de her seferinde bu kadar taze kalışındaki gizemi araştıracağım.

Kimse aksini beklemesin!

Aşk yazılarını aklı sıra küçümseyen "hanımefendi" ve "beyefendi" yazarlara da gülüp geçtiğimi (hatta onlar adına üzüldüğümü) bilmenizi isterim.

Aşk yazmak "hafif" ve "hoş"muş...

Yok canım!

Bir parça psikanaliz, biraz edebiyat, biraz gündelik hayat tarihi bilseniz ve kendi hayatınıza karşı dürüst kalsanız, anlarsınız ki ağırdır, çok ağır aşk yazmak, aşk üzerine düşünmek, aşkı analiz etmeye çalışmak...

Ekmek fiyatını bilmeyenlerin, minibüs kuyruklarında kıpırdaşan arzuların yakınından bile geçmeyenlerin aşk yazmayı küçümseyişlerini ben küçümsemeye bile değer bulmuyorum!..

Çünkü bugün olmasa, bir gün mutlaka hayat dalgasını geçiyor böyle düşenenlerle.

Mis gibi yeni kızarmış ekmek dilimlerinin yerleştirildiği alçakgönüllü bir kahvaltı sofrasında...

Belki 4x4 full aksesuvar bir aracın içinde...

Belki sabah kapıdan çıkarken son kez bakılan bir aynadan çıkıp...

Mutlaka geliyor ve diz çöktürüyor aşkın yüz çevrilemez gerçekliği!

Öyle her zaman okşayarak değil!

Çoğu kez tokat gibi, fena halde hırpalayarak!

Bu nedenle hiç merak etmeyin, onlar da bir gün, belki açıktan açığa, belki de gizlice AŞK YAZMAYA başlayacaklar.

AYNA
Sevinci mahveden şey temelsizliğidir. Bir de öte yanda hınca ve hasete bakınız! Nasıl da mantık yürütür... E.M.CIORAN

Haşmet BABAOĞLU



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır