Hastabakıcım olmaktan çıkıp sevgilim olmaya geçtiği günü hatırlıyorum.
Sessiz bir kadındı; sanki konuşursa sadece beni neşelendirmek için konuşurdu!
Ara sıra da, nakaratı "Kimsem yok/Sevdiklerim de başkalarını seviyor" diye Türkçe'ye çevrilebilecek bir şarkı mırıldanırdı.
O gün beni kırık dökük yatağımdan özenle kaldırdı. Salondaki kanepenin üzerine uzanmaya ikna etti.
Ve o günün akşamı başladı üçlü aşkımız: Ben, o ve kanepemiz...
Televizyonda eski; siyah-beyaz film vardı; benim öksürüklerim gitgide azalmıştı ve onun kanepeye usulca iliştirdiği tombul kalçalarından yükselen sıcaklık bütün odayı ısıtıyordu...
Çıt çıkarmadan izledik filmi!
Ardından öteki programları izledik... Yemek tariflerini, yaban kedileri belgeselini, bir kas geliştirme aletinin bitmek bilmeyen reklamını...
Suya hafifçe kendini bırakır gibi sırtını bana yaslayışını da unutmadım.
Sabaha karşı televizyonun hışırtısıyla uyandığımda onu kollarımda uyurken bulmuştum...
Bir yazar "İnsan yalnız kalmaktan korktuğu için aşık olur" der. İyi de, yalnız kalamamaktan korkan bir adamı hastabakıcı kılığında ziyaret eden aşka ne demeli?
O günden sonra "kanepemiz"den hiç ayrılmadık. Orada çene çaldık; elimize aldığımız tabaklardan atıştırarak bastırdık açlığımızı; onun üzerinde seviştik, uyuduk...
Ne dünya, ne de uzağında olduğum ülkemden gelen haberler ilgilendiriyordu beni. Bizim "ülkemiz" hepi topu bir mobilyadan ibaretti ve çok genişti...
Biz o "ülke"de çok mutluyduk!
Biliyorum, bütün bunlar şimdi çok geride kaldı.
Sen de biliyorsun; kendini her gün yeniden kurmaya çalışırken geleceği unutur aşklar... Ama gelecek ne yapıp edip gelecektir!..